23 Kasım 2014 Pazar

                                   Beşinci Evlat

Ben on yaşındayken İstanbul'a göçümüz başlamış. Önce abilerim sonra ablalarım gönderildikten sonra sıra bana gelmişti. Babam iki kişilik bilet almıştı, şaşırmıştım. Galiba beni dedemin yanına bırakıp, annemle İstanbul'a gideceklerdi. Kaderime yenik düşmeden önce babama iki çift lafım vardı. Yanına gidip ''Ulan şerefsiz uçkuruna sahip çıkamadın mı beni dünyaya getiriyorsunuz,'’ diyecektim. Bunun için bir saat boyunca hazırlandım. Bahçedeki elma ağacını babam varsayarak provalar yaptım. En sonunda babamın karşısına çıkma cesaretini toplayarak karşısına dikildim. Sesim biraz boğuk gibiydi. Ama bu konuşmayı ne pahasına olursa olsun yapacaktım. Hayat öyle zevklerden ibaret değildi, doğurdun mu bakacaksın kardeşim, öyle oraya buraya bırakmakla olmaz. ‘'Baba sana diyecek iki çift lafım var,'' dedikten sonra lafı ağzıma tıkayarak ‘' Ulan it sen hala hazırlanmadın mı? ‘' dedi. Mutluluktan koşarak elma ağacının yanına gittim. Ondan özür diledim. Eve gitmeli, elbiselerimi hazırlamalıydım. Eve vardığımda annem elbiselerimi çoktan hazırlamış bir de gözyaşlarından bir elbiseyi yıkayacak kadar gözyaşı üretmişti. Aklıma o zaman dank etti. Babam bileti kendisi ile bana almıştı. Anneme yaklaştım ve sarılarak ona ‘'Üzülme daye seni de yakında aldırırız.'’ dedim. Annem bana dönerek ‘' Ne diyorsun oğlim ben de geliyorum, dedene üzülüyorum,'’ dedi. Kafam karışmış, bir şey anlamamıştım. İki bilet vardı ancak üç kişi gidiyorduk. Otobüse bindik, annem yanındaki kilimi önüne atarak ‘'Otur oğlim,'’ dedi. Bana bilet almamışlardı. Babam ‘'Bak oğlum first classta gidiyorsun, itiraz istemem,'' diyerek hem itiraz kapılarını kapattı hem de pis pis sırıttı. Beni yaparken emin olduklarından emin olmadığım bir anne ile babanın ayaklarının kokusuyla yolculuğumu tamamladım. İstanbul'a gidince bunlardan kurtulacağım diye düşündüm. Hem onlara fazlalık yapmaktan kurtulurdum. İstanbul'a vardığımızda köyde de çokça bahsedilen bir semte geldik. Galiba ışığı gören buraya geliyormuş. Abilerim de ilk buraya gelmişler. Dayımlar yan komşumuzdu, annem abimlere kol kanat gelsin diye buraya yollamıştı.  Zamanla semte alıştım. Okula yollamaya çalıştılar. Ama bu genç yaşımda okulla uğraşamazdım. Daha altı yaşındaydım, yapacaklarım çoktu. Mahallede çete kurduk. Beni reis seçmişlerdi. Tabi bu demokratik yollarla olmadı, hepsi benden tırstığı için bunu kabul etmek zorundaydı. Çetede bir kız vardı. Helin; dayımın kızı. Onu bu pislikten uzak tutmaya çalıştım ama ne yaptıysam geri adım atmadı. Onu aşık olma nedenlerinden biriydi bu inatçılığı. Geri adım atmazdı. Yaşımız küçük olduğu için kimse takmıyordu bizi. Ancak yavaş yavaş büyüyorduk. Beş kişi başladığımız çete on bir kişi olmuştu. Arabaların önlerini kesmelerle başlamıştık işe. Gelin arabaların önünü kesiyor para almadan ayrılmıyorduk. Örgütlü olmamız bize çok para kazandırıyordu. Gel zaman git zaman üye olmak isteyenlerin sayısı arttı. Ancak çeteye son bir kişi alıp üye alımını kapatacaktık. Son giren kişi Nuri oldu. El çabukluğunda ki hamaratlık bizi tatmin etmişti. Babamın işleri kötü gitmeye başlamıştı. Bendeki parayı babama teklif etsem kabul etmezdi. Okullar başlayınca sayımız azalmış, beş kişi kalmıştık. Artık gelin arabası değil market soymaya başladık. Bu bize para kazandırmıyordu ancak keyfimiz tıkırındaydı. Bir de Helin’e açılabilsem benden kralı yoktu. Marketten gelen çeşit çeşit erzakları artık mahalleliye dağıtır olduk. Bir çeşit Robin Chıld’lık oynuyorduk. Babam işten kovulmuştu. Eve parayı abimler getiriyordu, erzakları da ben. Annem bir zaman sonra benim çalışmadığımı, çaldığımı mahalleliden duydu ve artık benim getirdiğim erzakları eve almıyordu. Babam denen o adamın üzülmesini istemiyordum. Ona ‘' Bizim çetede eleman eksik istersen cvni yolla seni işe alırım, hem torpilin de var,’' dedim. Güldü, kafamı okşayıp odasına çekildi. Dediklerimde ciddiydim ama hayat beni ciddiye almıyordu babam mı alacak? Helin’in vücudu yavaş yavaş olgunlaşmaya başlamıştı. Çekicilikte adeta seviye atlamıştı. Anama söyleyip bu kızı aldıracaktım ancak buna hazır olmadıklarını biliyordum. Birkaç yıl daha beklemeliydim. En azından Helin’e açılıp iyi bir başlangıç yapmalıyım diye düşündüm. Sabah evden çıkarken bayramda aldığım elbiselerimi giydim, saçımı taradım. Ne olursa olsun bu dava fazla sürmemeliydi. İçimdeki lavı dışarı püskürmeliydim. Her zaman toplandığımız yere gittim. Bir gecekonduydu toplandığımız yer. Burayı el birliği ile derlemiş, emlak ofisine benzetmiştik. Bir de küçük bir masamız vardı. Yakında sandalye de ekleyip güzel bir ofis haline getirecektik. İçeri girmeden önce gecekondunun önündeki kırık camdan kendime baktım. Hay maşallah! Bu halimle Helin’in babasının yanına gitseydim, benim konuşmama izin vermeden meseleyi anlayıp kızını verebilirdi. Onun da sırası gelecekti. Ofisin içerisinde kıkırdama sesleri geliyordu. Helin içeride olduğunun mesajını veriyordu sanki. Hemen içeri girdim. Girdiğim anda donup kaldım. Yeni çeteye giren Nuri, el çabukluğundaki hamaratlığını kız götürmede de kullanmış, Helin’i tavlamıştı. Helin’i yanağından öperken yakaladım iti. Helin bana dönerek kızarmış suratıyla ‘'Bugün toplantı yoktu,‘' dedi. Sinirli sinirli ‘'Sen çık Helin,'’ dedim. Helin koşarak çıktıktan sonra Nuri’ye dönerek  '‘Lan it seni dayımın kızına yazıl diye mi üye ettik?’' diyerek ofisimizdeki küçük masamızı beline indirdim. Kaçtı piç. Böylelikle masanın ne kadar dandik olduğunu öğrendik, kırılmıştı. Dünyam da başıma yıkılmıştı. Ulan piçler bari ofisimde yapmasaydınız bu işi. Yemekten, işten kesildim. Eve kapandım. Çete dağılmıştı. Dayımlar başka semte taşındılar. Helin’in yatağını da bana taşıttırdılar. Her şeye rağmen hala seviyordum kancığı. Artık işlerin başına dönmeliydim. Eski ofisimize gittiğimizde, koskoca bir bina dikilmişti. Yeni ofis bulmalıydım. Babamın işleri daha kötü bir hale geldi. Babam bir akşam bizi toplayarak yüzyılın klişesini yaptı bize. ‘'İstanbul'u yenemedik çocuklar geri dönme vakti geldi, hem köye dönmek isteyenlerin yol parasını karşılıyormuş belediye, krizi fırsata çevirelim,'' diyerek o pis sırıtışıyla odasına döndü. Nasıl bir adam bu? Hala gülmek için bir şeyler buluyordu. Belediye bize 4 bilet yollamıştı. Ablalarımdan bir tanesi evlenerek İstanbul’da kalmıştı. Bir abimde evlenerek ailesini geçindirecek kadar maaşı vardı, o da İstanbul’da kaldı. Beş kişi memlekete dönecektik. Ama belediye dört bilet vermişti. Galiba İstanbul’da kalacağım diye sevindim. On üç yaşında memlekete döndü dedirtmezler... Bu biraz işime geldi. Ancak sabah kalktığımda annem valizimi ayarlamıştı, yine yolculuk vardı. Babamın first class esprisini bir daha duymamak için abimle ablamın ayaklarının altında yolculuğumu yaptım.

10 Kasım 2014 Pazartesi

                                   Yeryüzü İle Gökyüzü

                        Not: Herhangi bir gün, fazla şey etmeyin.

Gökyüzü: Orada havalar nasıl? ( Kıkır kıkır güler.)

Yeryüzü: Abi sıkılmadın mı her seferinde aynı espriyi yapmaktan.

Gökyüzü: Hani sevdiğin şarkı diline takılır da sürekli söylersin ya, biraz ona benzedi. Onu bırak, nasıl gidiyor? İnsanlığının bütün yükü senin üzerinde. (Ağzı kulaklarında yine)

Yeryüzü: Bak başladın yine. Bu espriyi de geçen yaptın. Vallahi muhabbetin çekilmiyor.

Gökyüzü: Lan ne çok tatava ettin iki kelam edelim dedik sıçtın yemin ediyorum.

Yeryüzü: Tamam yahu kızma. Ne olsun uğraşıp gidiyoruz. Sıkıldım buradan yer değiştirelim.

Gökyüzü: Ben de isterim ama talimatlar var biliyorsun. Ne oldu anlat yahu?

Yeryüzü: Ne diyeyim? Üstüme çıktıkları yetmiyormuş gibi bir de delip deşik ediyorlar.

Gökyüzü: Beni de arada sırada deşiyorlar. Ama takmıyorum. Sen de takma.

Yeryüzü: Bak bir fikir geldi aklıma.

Gökyüzü: Neymiş?

Yeryüzü: Ben bir iki çırpınsam, sende üzerlerine Allah ne verdiyse yağdırsan da biraz rahat etsek he ne dersin?

Gökyüzü: Onun da sırası gelir elbet ama talimatları biliyorsun. Hem geçen yaptık bunu fazla üzerlerine gitmemek lazım.

Yeryüzü: Ben anlamam abi ameliyathaneye döndüm mına koyum. Neşter olarak doğmuşlar sanki.

Gökyüzü: Aman bir şey yapayım deme. Mahkemede utancımızdan yerin dibine gireriz.( Kahkaha efekti)

Yeryüzü: Daha ne kadar bu esprileri sürdüreceksin?

Gökyüzü: Eğlenmene bak oğlum!

Yeryüzü: Yakında benle işleri biter diyeyim. Tamamen sana odaklanacaklar. Zaten biliyorsun 'gökdelenleri'. ( Gülme sırası değişir) Uzaya durmadan bir şeyler yolluyorlar.

Gökyüzü: Biliyoruz lan! Ah ulan o, ilk uçak havalandığı zaman bir üfleseydim böyle olmazdı.

Yeryüzü: Senin hakkında bazı şeyler de duydum.

Gökyüzü: Ne duydun?

Yeryüzü: Yok söylemem kızarsın sonra.

Gökyüzü: Söyle lan!

Yeryüzü: İsminde bazen oynama yapıyorlar. 

Gökyüzü: Ne oynaması?

Yeryüzü: O kadar ileri gitmem. Bir ipucu vereyim sana. Sendeki k harfı yerine t harfini koyuyorlarmış. ( Gülmekten yer sarsılır)

Gökyüzü: Hay senin...

12 Ekim 2014 Pazar

                                              Gece'nin Gündüz'e Açılması

                 
                 Gece işi Gündüze devrederken:



Gece: Naber

Gündüz: İyi Senden

Gece: Sana bir şey söyleyeceğim
.
Gündüz: Söyle hadi dinliyorum.

Gündüz: Seni bekliyorum.
                                                                             
Gündüz: Alooo. Gitti yahu.                                                

                 Gündüz işi Geceye devrederken:


Gündüz: Ne söyleyecektin bana.

Gece: Nasıl ne söyleyecektim?

Gündüz: Hani işi bana devrederken bir şey söyleyeceğim demiştin ya.

Gece: Heee. Şimdi hatırladım.

Gece: Biraz duygusal bir konu

Gece: Baya duygusal bir konu

Gece: Hatta tümden duygusal bir konu.

Gece: Orada mısın? Tüh be tam açılacaktım.


                 Gece işi Gündüze devrederken:


Gece: Hatırladım ne söyleyeceğimi.

Gündüz: İyi söyle bakalım.

Gece: Biraz duygu meselesi öyle hemen söyleyemiyorsun.

Gündüz: Neymiş bakalım o duygu meselesi?

Gece: Nasıl söylesem şimdi bilemedim.

Gece: Bazen dil varmıyor söylemeye. Dinliyor musun?

Gece: Yuh beaa yine söyleyemedim.


                 Gündüz işi Geceye devrederken:


Gece: Dur gitme!

Gündüz: Buradayım hala kolumu bırakır mısın?

Gece: Hayır söylemeden bırakmam
.
Gündüz: Kolumu bırak ve hemen söyle.

Gece: Tamam. Hani bazen için titrer. Birçok şey söylemek istersin ama bir kelime bile çıkmaz ağzından. Diline takılır düşer kelimeler dışarı çıkmadan. Aslında sana söyleyeceklerimi kağıda yazıp ezberledim ama bu mesele ezber bozuyor.

İnsan: Hava iyice bozdu.

Gece: Nasıl olur diye de çok düşündüm. Sen ve ben yani biraz garip geliyor kulağa.

İnsan: Ne oldu birden böyle bozdu. Hani bulutta yok havada.

Gece: Artık içimdeki lavı dışarı fışkırmanın zamanı geldi diye düşünüyorum.

İnsan: Ulan bende diyorum niye ayağım ağrıyor. Yağmur yağacak.

Gece: Lan bir sus mına koyum

Gece: Gündüzzz?

Gece: Hay gitti yine.

22 Eylül 2014 Pazartesi

                                                        Sin Kafe 
     Açıklama : Gerek yok.

Garson :Hoşgeldiniz ne alırdınız ?

Kız: Ayss tii şeftali alayım

Erkek: Bende kapi karışık.

Kız : Buranın wayfi şifresi nedir ?

Garson: 1234sin küçük harflerle

Erkek: Kafe siyah, beyaz ve kırmızı renklerle döşenmiş. Tıpkı filmindeki gibi ne güzel dimi ?

Kız: Hıhı

Erkek : Sen de uğruna ölünecek kadınsın

Kız: Hımm

Erkek: İzledin mi ?

Kız : Neyi ?

Erkek: Filmi

Kız: Yok

Erkek: Geçen gün Sin City 2 izleme keyfi diye Troll sinemasında yer bildirim yapmıştın.

Kız : Afişi güzel diye yaptım. Bir dakka video izliyorum

İç Ses (Erkek olanı) : Mına koyum sanki beleş internet için geldi.

Kız: Ne dedin sen beleş internet için mi geldiğimi söyledin.

Erkek: Yoo yoo ben onu içimden söylediğimi sanıyordum.

Kız: Bir daha bana watsuptan yazma tamam mı gidiyorum ben

İç Ses ( Erkek olanı ) : Git git aşağıdaki kafede wayfi şifresi sormuyormuş gidip bir şeyler içmene gerek yok.,

Kız : Sen nasl konuşuyorsun be terbiyesiz.

Erkek: Ya bak dinle özür dilerim.

İç Ses ( Erkek olanı) : Gitti ilik gibi kız. Hesabı da kitledi bize.

Garson: Yok efendim giderken ödedi hesabı

Dış Ses: Bana da bir cümle yazsaydın.

Yazar: Diğer yazıya düşünüyorum seni.

Dış Ses: Hay mına koyum senin her seferinde böyle yapıyorsun

Yazar: Duyuyorum seni .

31 Ağustos 2014 Pazar

                                                         Gece ile Adam 

                      Açıklama : Saat olmuş kaç uyu be adam 

Adam : Havalar iyice şımardı. Uyutmuyor
Gece :  Balkonda yat.
Adam : Onu düşündüm önce sana bakayım dedim. Sadece sıcakta değil uyutmayan.Senin uykun pılını pırtını toplayınca ne yapıyorsun ?
Gece  : Ayran içiyorum.
Adam : Bırak şimdi dalgayı. Sen niye günün yarısını bizim üstümüzü mü örtmekle geçiriyorsun?
Gece :  Bir çeşit yorgan gibi düşün.
Adam : Anladım. Peki götün açıkta kaldığında ne yapıyorsun ?
Gece :  Senin gibiler ile  uğraşıyorum işte.

                                                       2 Dakika Sonra

Adam :Kaç kişi çalışıyorsunuz. İşe başvurmak için ne yapmam lazım. Malum ben de geceleri uyuyamıyorum.
Gece : Cv'ni yolla biz sana geri döneceğiz.
Adam: Geceleri bolca bekçilik yapmışlığım var. İş alımında işe yarar mı ?
Gece:  Pek bilmem işe personel alımına Gündüz bakıyor.
Adam :Sen yapsana bir güzellik. Yerine bakayım git biraz uyu istersen.
Gece:  Bu bir rüşvet mi ?
Adam: O da nereden çıktı. Biraz dinlenmeni istedim. Al şu parayı çorba içersin.
Gece : Yok sağol

                                                        3 Dakika Sonra

Adam :Yıldızlarla aran nasıl ?
Gece  :Hiç sorma
Adam :Neden öyle diyorsun birçok insan sever onları.
Gece : Ben de severim ama keyiflerine göre davranıyorlar.
Adam :Nasıl ?
Gece :İstediği zaman geliyorlar istemediği zaman ortadan kayboluyorlar. Bazen patrona görünüp kaçıyorlar.
Adam :Eeee bundan sanane sen işini yap.
Gece : Sonra fırçayı biz yiyoruz. Binlerce sevgili çiftin küfrünü yiyorum.
Adam :Sakin ol. Bugünde izindeler galiba:
Gece :Dünya umurlarında değil. Ben her gün buradayım bizi görünce sevinen yok. Ama yıldızlar bir göründüğünde sevinçten çığlıklar atarlar. Bütün güzel sözler onlara yazılmıştır. Beni ise hep kötü anarlar. Karanlıkla aynı kefeye koyarlar.
Adam :Tamam yahu sakin ol dert etme bunları.
Gece :Sana hiç sorma demiştim.  

                                                        4 Dakika Sonra

Adam :Şşşşşt. Uyudun mu ?
Gece  :Hayır.
Sarhoş :Benim yerime birini bulmuşsun.
Gece :Olur mu öyle şey. Senden başkasıyla geçirir miyim mesai saatlerimi.
Sarhoş :Bu adamda neyin nesi hiç sarhoşa benzemiyor.
Gece :Bakma ayık göründüğüne onlar ayıkmış gibi görünen sarhoşlardan. Sarhoş olmak için içmek mi lazım ilahi.
Sarhoş :Haklısın
Adam :Mesai saatlerini hep bunlarla mı geçiriyorsun ?
Gece :Sadece bunlar değil; bekçiler, travestiler,tinerciler,çöpçüler,kediler ve köpekler. Bunlar benim ailem.
Adam :Ben neyin oluyorum ?
Gece : Vallahi çözemedim. Uzaktan akraba mı desek ?
Adam :Uzaktan akraba iyiymiş sevdim bu fikri.

                                                        5 Dakika Sonra

Gece : Şşşşşt uyudun mu ?
Tekrar Gece :İnsan bir iyi geceler demez mi ?
Yine Gece : Bak hava soğuyacak birkaç saate, kalk içeri yat. Kimseye yapmam bu iyiliği.    
Bir Daha Gece : Hadi annem kalk yatağına.
Adam : Hoooook pişşşş, hooooo




 

23 Ağustos 2014 Cumartesi

                                                  KAYIP ARANMIYOR 2

               Gözyaşları şelaleyi kıskandırıyordu. Gözü zamanla hayrata döndü. Elindeki broşür onu evinden alıp ta on sene öncesine götürdü. O anları dün gibi hatırlıyordu. Eyüp'te bir lokantada çalışıyordu. Üçü çat pat olmak üzere tam dört dil biliyordu. Bekar ve ailenin tek çocuğuydu. Yaşı kemale ermesine rağmen kendine evlenilecek bir kız bulamamıştı. Annesinin 'Ben sana güzel bir kız bulurum oğlum' ısrarlarına rağmen bu teklifi geri çevirdi. Hayatında hiçbir başarısı yoktu. Kendisine önemli birisiymiş gibi davranmaktan çoktan vazgeçmişti. Eline geçirdiği birçok kitabı okumuş zamanla kitaba olan aşkı da bitmişti. Oturduğu ev ; bir oda bir salondu. Evin içi üç tarafı çöplerle çevrili bir adacığa dönmüştü. Yatağına ulaşmak için cambaz gibi parmağının ucunu çok iyi kullanması gerekiyordu. Ne zaman çöpler yatağının karasularına girmeye başlarsa o zaman temizliğe başlıyordu. İşe gitmediği bir gün kendisine ilginç bir numaradan gelen aramayla yerinden biraz kıpırdadı. Teli açtı, kendisine İngilizce söylenen cümlelere göre; yakında İstanbul'a bir göktaşının düşeceğini verilen koordinatlardaki insanların, hemen orayı terk etmesi  resmi bir İngilizce ile açıklamıştı kendisini NASAda çalışan bir mühendis olarak tanıtan adam. Belki de aradığı fırsat eline geçmişti. Hayatında ilk defa kendisini önemli birisi hissetmişti. Elbette aklına birilerinin taşşak geçtiği fikri gelmedi değil ancak bu kadar önemli hissetmesi o fikri çoktan unutturmuştu. Varlığı belli olmayan eski bilgisayarını açıp wifiden komşusunun netine bağlandı. Şifre: 1234 Şifreyi bulmak için çok zaman kaybetmişti. Verilen koordinatlar yaşadığı semti gösteriyordu. Hemen toparlandı iki sokak aşağıda oturan ailesine yanına gitti. Kapıyı açan annesine ' Hadi Naime toparlan göktaşı düşüyor gitmemiz lazım' dedikten sonra annesi bastı kahkahayı. 'Oğlum taş düşürmek için beni niye götürüyorsun tuvaleti temizleyeceğim gir içeri baban birazdan gelir' dedikten sonra arkasını dönüp gitmişti. Meramını annesine anlatamamıştı. En iyisi bir devlet merkezine gidip her şeyi anlatmaktı. Fatih Emniyet Müdürlüğüne doğru yola koyuldu. Vardığında önemli bir iş içindi  diyerek sırayı geçmek isterken sıradaki insanlar birden 300 Spartalı gibi bir savunma oluşturdular. Aralarında hafif göbekli kaşları tek sıra halini almış kırk yaşlarında bir adam ' Ulan bizimde işimiz acil ' diyerek çıkıştı. ' Göktaşı düşecek abi hemen amire söylemen lazım ' dedikten sonra sıradaki insanlar bir kahkaha efekti misali gülmeye başladılar. Aralarında bakkal işleticisi gibi görünen, göbeği yakında bağımsızlığını ilan edecek olan bir adam 'Bizim orada da fırtına kopacakmış' diyerek taşşağın en alasını geçmişti belki. Bu kadar önemli bir şeyde bu kadar önemsiz görülmesi hayatının özetiydi. Otobüse binip işyerine gitti. Bu olayları iş arkadaşlarına anlattıktan sonra kahkaha tufanı onları da sarmıştı. Meğer iş arkadaşları bu hikayeyi yutturmak için teşkilat kurmuşlar. Bir İngiliz adam bulup aratmışlar her şey gerçekçi olsun diye. Ondan sonra dibi vurmuş önemsizliğini de alıp oraları terk etti. Karton toplama işi hep aklında vardı. Şimdi dersiniz ulan karton toplama işi kimin aklında olur ki diye ama bu adamın harbiden vardı. Saçma bir hikayeyi bu kadar uzatmamı da anlayamayacaksın belki bu olayın yaşanması da mantıklı değil. Neyse broşürdeki numarayı bir daha aramak için telefon kulübesine doğru gitti. Tel çalmaya başladı. Tel açıldı. Garip bir ses 'Alo' dedi ve cevap gecikmedi 'Alo Naıme' dediği anda telefonun karşısındaki bastı kahkahayı ve ardından ' Ulan sesim erkek nasıl Naime dersin ' diye kahkahaya kaldığı yerden devam ederek küfür edip telefonu kapattı. Sonra birden hikaye kahramanımız kahkaha atmaya başladı. Bir kahkaha ki durmak bilmedi ve kahkahası hiç durmadı. Bu hikaye Bakırköy deliler hastanesinde biter. Hastaneye gittiğiniz zaman küçük bir  kulübe göreceksiniz, oradaki bankta sürekli kahkaha atan bir adam görürseniz şaşırmayın.

    NOT: Belki kahramanımız bu hikayeye başrol olacak kadar önemli biri olduğunu bilseydi  bu kadar dibe vurmayacaktı. Belki dibe vurmasaydı bu hikayeye başrol olmayacaktı.  

27 Temmuz 2014 Pazar

                                                           Kayıp Aranmıyor

                    Sakalları yüzünün üçte ikisini kaplamıştı. Derisi bir mandalla kemiklerine tutturulmuş gibiydi. Yavaş adımlarla yürüyordu. Hayat adımlarından çalmıştı. Birden durdu. Kıvırcık sakallarını kaşımaya başladı. Bu kaşıma işlemi sakaldan saçına, saçından kıçına kadar sürdü. Biraz daha kaşısaydı bir gömü falan bulabilirdi. Güneşin evlere kapı çalmadan, perde aralıklarından gizlice sızdığı saatlerde başlıyordu işe. Çöp kenarında gördüğü kartonu alıp cephanesine attı. Mesleği sorulduğu zaman ' Güneş Bekçisi ' derdi. Plastik toplamayı sevmez sadece karton toplardı. Kartondan ev bile yapmıştı. Topladığı kartonlar arasında güzellerini seçmiş; çift pencereli, bir de kapısı olan ev yapmıştı kendine. Evini yıkmaya rüzgarın gücü yetmiyordu ama insanların yetiyordu. Geceden kalma sarhoşlar, tineri elinden düşürmeyen gençler, evinin en büyük düşmanlarıydı. Onlara kızmıyordu. Tekrar tekrar yapıyordu evini. Ona göre herkesin üzerinde anlaştığı bir mesleği vardı. ''Derdi olmak'' Bu ona göre dünyadaki en kutsal meslekti. Bu işi yıllar önce bırakmıştı. Karton toplamayı o işe tercih etmişti. Karton toplamanın bir derdi yoktu. Sadece topluyordun. Ülkede istemediği kadar karton vardı. İşin en güzel tarafı devamlı gezer halde olmasıydı. Kaşıma işlemi bittikten sonra yürümeye devam etti. Eski bir binanın yanından geçti. Gözü binanın önündeki kartona ilişti. Adımları iki kat arttırdı. Kartonu kaldırdı arabasına attı. Kaldırırken yere bir kağıt düştü. Kartonu attıktan sonra eğilip kağıdı aldı ve okumaya çalıştı. Yıllar önce unuttuğu harfleri hatırlamaya çalışıyordu. Kayı, ka, kayıp,kayıp ara ara ... Araya bir küfür sıkıştırıp okumaya devam etti. Yazının üçte ikisini bitirmişti neredeyse. Arabasının dış cebinden çıkardığı suyu yüzüne döktü. Sonra kaldığı yerden devam etti. Kayıp arannnn, kayıp aranmı ,kayıp aranmıyor. Buldum mına koyum. Sonra baştan hepsini okudu ' Kayıp Aranmıyor '. Sonra resme baktı. Resim kendi gençliğine çok benziyordu. Güldü. Kayıp neden aranmasın dedi kendisine. Sonra n harfini gözünde üçüz gördüğünü anladı. Neden çift değilde üçüz diye bu sefer kahkaha atarak güldü. Bir harf nelere kadirdi. Zamanında dört dil bilen birisi için bu yazıyı okumak zor olmadı. Etraftan geçenler kafasının vücuduna ters şekilde saplanmış gibi görünen bu adama aldırış etmeden geçiyorlardı. Birden gözünden yaşlar akmaya başladı. Durmuyordu. Kahkaha birden sele dönüştü. Hemen koşarak 200 metre uzaklıktaki telefon kulübesine vardı. Gözyaşları sakallarını suluyordu. Kağıtta görünen numarayı çevirmeye başladı. Ve o meşhur dııııt sesi çalmaya başladı. Çaldıkça kalbi ağzına geliyor, gözleri yuvasından göçe hazırlanıyordu. Telefon çaldıkça eli titriyor, sakalının her teli penaltılara kalmış takımların orta sahada omuz omuza verdiği gibi birbirine sımsıkı sarılıyordu. Telefon çalmaya devam ediyordu. Telefon açılırsa ne diyeceğini bilmiyordu. Tıpkı karşısındaki adamı, vurmak için çıkardığı silahın tetiğine basamaması gibiydi. Arayım mı diye düşünmedi ama çalınca ne diyeceğim diye düşünmeye başladı. Silahı çıkardı ancak tetiğe hala basamıyordu.


 Not : Bu hikaye burada bitmez devamı olacaktır.         

13 Haziran 2014 Cuma

                                                                 ERİYEN ADAM 
                                      


  •                        Güneş, binlerce yıllık süregelen profesyonelliğini bozmuş evdeki problemlerini ilk defa işine taşımıştı. Kırgındı. İnsanların kendisini anlamamasından dem vuruyordu. Verilen görevden çaymış sıcaklık derecesini biraz daha artırmıştı. İnsanların buharlaştığını görebiliyordu. Dışarıda kalmak istemeyen insanlar kendilerini eve kapatıyor, buzdolabın içine kafasını sokmaya çalışıyordu. Yeni uyanan birisi ( Bu karakter oluyor )yatağının su gibi olduğunu görünce on yedi yaşına kadar altına kaçırdığı zamanlar geldi aklına. O lanet alışkanlık...  Tekrar geri mi geldi telaşı sarmıştı. Her tarafının ıslak olduğunu anlayan birisi ( ki hep aynı kişi ) sıcaklığın etkisiyle yanlış anlamayı giderdi. Terlemişti. Yatağından kalkan birisi ( kimden bahsettiğimi biliyorsunuz ) bir gıdım hava almak için cama doğru gitti. Camı açtığı gibi yüzüne vuran sıcaklık onu sıvı hale dönüştürdü. Öyle mumun erimesi gibi yavaş yavaşta değil, birden can çekişmeden sıvı hale dönüştü. Parkenin bir kısmında havuzcuk oluştu.'' Kafka'nın böceği olması için her şeyimi verirdim. Hiç olmazsa ayakları vardı.'' dedi birisi ( bir bir biri birilerine ). Öyle parkenin üzerinde çakılı kaldı. Sıvı olmanın en kötü yanını tattı. Sıvı olsaydım bir okyanusta veya bir ırmakta olmak istediğini sıvı olunca anladı. Ne yapacağını bilmiyordu. Yeni bir varlık olarak hayatına devam etmeliydi. Ama Nasıl ? Zamanla buharlaşmaya başladı. Maddenin son haline yolculuk başlamıştı. Birden kapı açıldı. Annesi odaya girdi ve parkedeki sarı renkteki su birikintisini gördü. Banyodan aldığı bez ve kova ile parkeyi silmeye odaya geri geldi.Annesi parkeyi sildikten sonra kovayı tuvalete boşalttı. Buharlaşmanın etkisiyle vücudunun bir kısmını kaybetmişti.Tuvalete boşaltıldıktan sonra bir kısmının daha olmadığını anladı. Galiba o kısım bezde kalmıştı. Annesinin bezi iyice ıslatıp sıktıktan sonra, içi biraz olsun rahatlamıştı.Borudan geçen o engebeli maceranın sonunda kalan diğer kısmıyla kanalizasyonda buluştu. Bir yolculuk başladı. Nereye gideceğini bilmiyordu birisi ( yeter yahu anladık ). Aşağıda ne bok ararsan vardı. Parça parça olmuş peçeteler, prezervatifler, kırılmış jiletler, bokların ihtişamlı birleşimi, yırtık bezler,karpuz çekirdekleri ve nicesi. İnsan içinden çıkan birçok şey... Yolculuğu bunlarla geçmişti. Daha anlatacağı şeyler vardı dili varmıyordu. ''İnsanlar yaptığı pislikleri hep saklarlar '' dedi ve hayatında ilk defa kinaye yaptığını anladı birisi.( Piçin birisi işte ) Kanalizasyonu bitirmeden açık hava gördüğü gibi ayaklandı. Eski haline döndüğüne şükrediyordu. Betonun altıda üstü de aynıydı. Altı kapatmak için beton üstü kapatmak içinse kendini kullanmıştı insanlar. Bunlar pisliği kapatmaya yetmemiş, görmezden gelmeyi öğrenmişlerdi.                

16 Mart 2014 Pazar

                                              Bir Mont
               
Mankende durduğu gibi durmayan ama yine de belinize silah dayamış gibi almak istediğiniz o, fiyakalı montlardan biriyim. Hani size süper güç kattığını sandığınız mont. Ha bir de içten ısıtmalıyımdır. Biz öyle paltolar gibi terzilerde özenle dikilmedik. Tek tek aşamalardan geçtik o kapısının olduğu şüpheli tekstillerde. Hiçbirimiz o paltolar gibi olamadık. Yeni bir modelimiz çıktığında atıldık, unutulduk. Ömrümüz evliliklerin ilk aylarındaki gibiydi. Kısa ve parlaktı. Mağazaya geldiğim o günleri hatırlıyorum da ne afiliydim o zaman. Sırf o kapalı kutu denilen avmye girdiğim için önemim kartopunun yuvarlandıkça büyümesi gibi vitrinlerde göründükçe arttı. Kim bilirdi ki o köşe başında dikilen tekstilden buralara geleceğimi. Bütün bedeni arkadaşlarım çekirdek tüketir gibi tüketmişlerdi. Bende vitrinin görünen yüzü olduğum için hatırı sayılır kelebek gibi ömrüm yarım gün uzamıştı. Beni Recep diye üniversiteli bir genç aldı. Tanışmamız onun bana dik dik bakmasıyla başladı. Ben de evin evlenme çağına gelmiş kız edasıyla utandım, kafamı çevirdim. Kafamı çevirmemle poşetlenmem bir oldu. Poşetten çıktığımda Recep’in evine gelmiştik. Recep beni yeni bir şey keşfetmiş gibi sergilemeye koyuldu. Önce içine erkek sesi kaçmış annesine sonra da kendisinden iki avuç içi kadar küçük olan kız kardeşine gösterdi. Kısa sürede Recep ve ailesine alıştım. Bir de ömrü bir vidaya bağlı kapı girişindeki askılığa. Malumunuz bu kış aylarında hiç yerimde durmadım. Hele ki üniversiteye başlamış yeni bir gencin hayatında dinlenmek mümkün olmadı. Bir zaman sonra yorulmaya yıpranmaya başladım. Bu mesir macunu yemiş hayatın hızından tansiyonum düşmeye başladı. Bu hızlılığa bazı ipler dayanamadı kopmaya başladı. Adeta bir isyan başladı iplerde. Bunun en büyük destekçisi iç mihraklar oldu. Montun iç cebi delinerek bu isyana öncü oldu. Birkaç hafta daha dayandıktan sonra güneş hayatın içine daha fazla sokulmaya başladı. Ve bir zaman sonra unutuldum. Yıllık izne ayrılma dönemim gelmişti. Bütün kışlıklarla beraber bir dolaba tıkıldık. Bu dolabın avmden tek farkı camı olmamasıydı. Bütün yaz evde koca bekleyen kız gibi bekledim bulutları. Bulutlar yavaş yavaş görünmeye başladı. Güneşin önüne otobüse erken binmek için kaynak yapan sevimsiz insanları aratmayacak şekilde geçmeye başladı. Yazın bitmesiyle dolap yavaş yavaş açılmaya başlandı. Dolapta unutulduğumu sandığım zamanda birden dolaptan çıktım. Çıktığım gün başıma kaynar sular döküldü sanki. Recep’in üzerinde gördüğüm mont beni derinden etkilemişti. Meğer Recep’in annesi Naciye Hanım beni birkaç sokak ötesindeki bir gecekonduya götürmek için dolaptan çıkarmış. Naciye Hanım yardımsever bir insandı. Ben ve birkaç kazakla birlikte o gecekonduda kalan aileye götürdü. Üzüntüden kimseyle vedalaşmadım. İyi de oldu. Vedaları sevmem. Vedalar aslında yeni bir başlangıçtır. Bir son gözükse de onun yamacındaki başlangıcı görmektir. Yeni sahibim Nuri liseye yeni başlamış asgari ücretli yaşayan ve iki göz odalı bir gecekonduda oturan bir ailenin çocuğuydu. Nuri beni ilk sırtına geçirdiğinde sanki o beni değil beni onu taşıyormuşum gibi bir durum oluştu ama yine de beni sırtından indirmedi. Okumak istemiyordu. Mahallenin diğer çocukları gibi mahallede oluşan hırsızlık çetesine girmek istiyordu. Ama annesinin büyük ısrarına dayanamayıp okumaya devam ediyordu. Bir zaman sonra çeteye nasıl girerim diye düşündü. Çetenin tek bir sınavı vardı. Kapkaç… Hayat ona bir defteri harap etme fırsatı verdi ve bu fırsatı kaçırmadı. Hırsızlığı yapacaktı.  Hırsızlığın önceki gecesinde hiç uyumadı bütün gece düşündü. Ama çoktan defteri karalamaya karar vermişti. Kahvaltısını etikten sonra evden ayrıldı. Gecekondunun arkasındaki kömürlüğe doğru gitti ve çantaya koyduğu elbiseleri giyip okul elbisesini çantayla birlikte kömürlüğe attı. Geldiğim günden beri sırtından inmeyen ben de Nuri için suç ortağı olmuştum. Tenha bir sokakta işinin kolay olacağını düşünen Nuri sokakları gezdikten sonra iyi kaçabileceği bir sokakta beklemeye başladı. Birkaç kişi geçtikten sonra bir yaşlı kadın belirdi. Nuri emekli maaşını yeni aldığını düşündüğü yaşlı kadının çantasını çalmak için hazırlığa başladı. Bu iş bir aslanın yavru ceylanı yakalaması kadar kolay olacaktı. Kurbanın suyun iyice tadını almasını bekleyen timsah misali yavaştan arkasından yürümeye koyuldu. Korkusu yüzünden anlaşılan Nuri kadının köşeye dönmesini bekledi. İlk işin kolay olacağına seviniyordu. Yaşlı kadının ne bağırmasına hali vardı ne de peşinden gelmesine. Köşeye yaklaşan yaşlı kadından çantayı kaptığı gibi kaçtı. Ve koşmaya başladı. O kadar hızlı koşuyordu ki kalbi sanki ayaklarında atıyordu. Bir parka girdi ve biraz dinlendi. Dinlendikten sonra parkın demirlikten atladı. Ve o anda bir ses duyuldu. Cııııırt… Ben ‘’ Bu işe beraber başladık Nuri beni bırakıp gidemezsin ‘’ der gibi baktım ama fayda etmedi. Nuri bundan sonra bir işe yaramayacağımı anladıktan sonra beni önündeki çöp konteynırına attıktan sonra koşmaya devam etti. Nuri’den o günden sonra bir haber alamadım. Belki kendisine yeni bir sayfa açmıştır. Belki de bu hırsla bu işlerin başına geçip defterini karalamaya, kirletmeye devam etmiştir. Ben o gece bir çöp kamyonuyla büyük bir çöp yığınına götürüldüm. Şu anda bekliyorum. Neyi beklediğimi de bilmiyorum. Belki bir tinerci gelirde beni sırtına geçirir. Defterime bir cilt daha eklerim. İnsan hayatı deftere benzer. Kalem de silgi de onun elindedir. Karalamakta, yeni bir sayfa açmakta… Kaç cilt olacağına da o karar verir. Yırtmak eksik kalmaktan başka bir şey ifade etmez. Karalanmış, her yanı farklı darbelerle kirletilmiş bir sayfanın, yırtılmış bir sayfadan katkısı daha fazladır. Unutulmaması gereken karalanmış, kirletilmiş her sayfanın arkası hep beyazdır. 

2 Mart 2014 Pazar


                                                           Kanatlıgiller

                Her hayvan kendi yuvasını yaparken büyük bir ustalık sergiler. Özellikle kuş türleri verilebilecek en güzel örnekleri sergilemişlerdir. İnsanoğlunu adeta kıskandırır. Marangoz utanır kendinden, mimar işi bırakır bana da yazmak düşer. Ancak bu savımı ters tepen örnekler de vardır. Kaya Kartalı bir ağaca yuva yapmak için kimi zaman bir sürü dal parçasını üst üste yığar, sonra da bu yığına her yıl yeni dal yığınları ekler. Öyle ki bu yığıntı günün birinde kendi ağırlığından yıkılıp gider. ' Her temelsiz yapı bir gün yıkılmaya mahkûmdur ' cümlesinin büyük destekçisi olmuştur Kaya Kartalı. Yaptığı yuvası alelacele de olsa yuvasına sadık bir kuştur. Ayrıca doğadaki tek eşli nadir hayvanlardandır. Yuvasına atamadığı temeli eşine atar ve bir ömür beraber sürdürürler. Sadıklık konusundan bahsetmişken Angut Kuşuna değinmezsek ayıp olur bu kuş türüne. Argoda devamlı olarak kullanılan  ' kaba, saba ' anlamındaki angut aslında müthiş sadakatin tanımıdır bu kuş türü. Bu kuş eşi ölünceye kadar dibinden ayrılmaz. Aşkı eşi öldükten sonra da devam eder ve yasını bir ömür tutar. Bir daha eli bir başka kızın eline değmez Angut'un. Yuva yeni doğan varlığın bir çeşit örtüsüdür. Yuva için yazılması gereken çok şey vardır. Yazılmıştır da. Kitaplara, filmlere, dizilere  konu olmuş bir başka kuş olan Çalıkuşunun  yuvası ise bir harikadır. İnce ince işlenmiştir. Çalıkuşu yuvasını  yusyuvarlak bir top biçimi verir. Bu yuvanın altına, içeri su girmemesi için küçük bir delik açar. Bu deliği genellikle bir dal parçası örter. Bu kuş yuvaya nasıl giriyor? Yemin ediyorum bilim konusu. Öte yandan Kırlangıç yuvasını tükürük ve çamurdan yapıldığı söylenir.
           Yuvaları kadar hayat şekilleri de önemlidir kuşların. Bazen kendimizden örnekler görürüz onlarda. Benim ilgimi çeken Guguk kuşları oldu. Söylendiğine göre Guguk Kuşu kuluçkaya yatan anne kuşun uzaklaşmasını gözler, sonra da kendi yumurtasını bırakacağı yuvadaki yumurtalardan birini kırarmış. İki yumurta bırakacaksa iki yumurta kırarmış. Bir çeşit üvey evlat gibi. Aslında Guguk Kuşu kendi tembelliğinin katiliymiş. Buradan yola çıkarak size öğüt falan vermeyeceğim ama insanoğlunu kendi çıkarı için yapmayacağı şey yoktur. Artık son dönemler meşru hala gelmeye başladı. Guguk kuşlarının diğer dikkat çeken özellikleri ise yaşlıları ve gençleri aynı ülkeye göç etmezlermiş. Bir çeşit kuşak çatışması diyebiliriz. Kanı kaynayan gençler daha heyecanlı kentlere göç ederlermiş. Yaşlılar ise tipik emekli düşüncesi ile huzur için daha kasabavari kentleri tercih edermiş. Guguk Kuşu pek görünmeyi sevmezler. Saklambaç oyununu iyi oynarlar. Bir başka saklanma ustası ise İbibiktir. ‘Saklanmayı Guguk Kuşundan öğrenecek değiliz. Biz saklanmayı daha iyi biliriz ‘ der gibi saklanırlar. İbibiğin yaşayan tüm canlıların bakışlarından kendini tamamen saklayabileceği ileri sürülür. Öyle ki Ortaçağ’ın sonunda hala İbibiğin yuvasında çeşitli renkler taşıyan bir ot bulunduğuna, insanların bu otu üzerlerinde taşıdığında görünmez hale geldiklerine inanırlardı.
          Son olarak yeryüzünün en çirkin kuş türü olan tavuktan, tavuğun ortaya çıkış hikâyesinden söz edeceğim. Firavun Tutmosis, kendisine Nil deltasından Fırat kıyılarına kadar nam ve kudret kazandıran parlak seferlerin birini daha tamamlayıp Suriye’den geri döndü. Mağlup ettiği kralın bedeni, adet olduğu üzere amiral gemisinden baş aşağı asılmıştı ve donanma gemilerinin tamamı ganimetler ve armağanlarla ağzına kadar doluydu. Armağanlar arasında daha önce hiç görülmemiş, şişman ve çirkin bir kuş da vardı. Onu veren kişi bu gösterişsiz armağanı takdim ederken zorlanmıştı: -Evet, evet- demişti yere bakarak-. Bu kuş güzel değil. Şakımayı da bilmez. Kısa bir gagası, aptalca bir ibiği ve salakça bakan gözleri vardır. Ve zavallı tüylerden oluşan kanatları uçmayı unutmuştur. Sonra tükürüğünü yuttu ve devam etti : - Ama her gün bir yavru verir. – Ve içinde yedi tane yumurta olan bir kutuyu açtı: - Geçtiğimiz hafta doğurduğu yavruları işte burada.- Yumurtalar kaynayan suyun içine atıldı. Kabukları soyulup üzerlerine biraz tuz serpildikten sonra onların tadına bizzat Firavun baktı. Kuş dönüş yolculuğunu onun kamarasında ve onun hemen yanı başında yaptı. Her hayvanın özel bir hikâyesi vardır her insanın da.





                                                        Alıntılar:    
                                                                        Aynalar / Eduardo Galeano
                                                                       Mekânın Poetikası  / Gaston Bachelard
            
 
           


           

23 Şubat 2014 Pazar

                                                                     Gece  Bekçisi
       Herkesin, zamanla günlük ajandasının vazgeçilmezi haline gelen şeyi ben meslek olarak yapıyorum. ''Bekliyorum''. Bir elbise markasının ana binalarından birinde gece bekçiliği yapıyorum. Satışlar patlamasın diye isim verip reklam yapmak istemiyorum. Evlenmeden 3 ay önce işe başladım. Bu işi bana babamın yakın arkadaşı olan Recep Abi ayarladı. Neymiş efendim işsiz adama kız vermezlermiş. Babama bu klişelerden kurtulmasını önerdiğim anda kendimi kapının önünde buldum. Bakarım bir çaresini diyerek üç gün parkta yattım. Sonuçta eve döndüm. Babamın isteğini kabul ettim. Aslında isteğini kabul ettirdi. Evliliğimizin elli sekizinci günündeyiz. Bakmayın saydığıma, üç haneli rakamlara gelince unuturum. Zaten işe başlama zamanıyla hesaplıyorum. Pısırıklığımı ilk haftalarda anlayan eşim evde çoktan imparatorluğunu kurmuştu. Sözünden çıkmıyordum. Böyle bir pısırığın gece bekçisi olması da ilginç biliyorum. Evli günlerimizi saymamın pısrıklığımla bir alakası olmadığını söylemek isterim. İnanır mısınız bilmem ama daha karımın eline elim değmedi. Elbette inanmazsınız. Gündüzleri de annemin evden çıkmasını bekliyorum. Yani her şekilde bekliyorum. Hangisi işim hangisi  normal hayatım diye karıştırdığım oluyor bazen. Öbür dünyada çalışsaydım zebani olurdum. Futbola başlasaydım kale bekçisi olurdum. Medya sektörüne dalsaydım eşik bekçisi olurdum. Siyasete girseydim paralel bekçi olurdum. Vallahi beklediğim zamanlarda hep düşündüm, başka hangi mesleği yaparım diye bir şey çıkmadı. Ama beklemekle sadece benim problemli olduğuna inanmıyorum. Zaten dünyaya fırlatılmış ve beklemeye koyulmuş bir varlık değil miyiz? Benim lastiğim biraz fazla gerildiyse benim suçum ne?  Hep bir beklenti içerisinde değil miyiz? Ya bekleyen ya da bekletilen oluyoruz. Beklemeyi sevmedim diyemem benim mesleğim bu. Zamanla değil isteyerek sevdim. Bizimkisi görücü usulü bir sevdaydı. İşimin en kötü tarafı bir odaya sıkışmış olmam. İki saatte bir kontrole çıkarım. Tabi aksi bir durum olmazsa. Güneşin dünyanın yarısından elini eteğini çektiği zamandan tutunda, tekrar sofra hazırlamaya koyulduğu zamana kadar bekliyorum. Beklemek düşünmeye giden yolların tıkanıklığını açar. Benim haddime değil ama biriyle buluşmadan yarım saat önce gidin ve bekleyin. Biraz bekledikten sonra istesen de istemesen de düşünmeye başlayacaksınızdır. Eğer bir saat önceden giderseniz; sıcak, limon kokulu bir duş sizi bekliyor olacak. Bu temizlik; beyin fırtınası öncesi temizliktir. Beklemek yıpranmaktan çok tazeliktir.  Beklemek bir bakıma hayattır. Ne zaman biteceğini bilemezsin ama beklersin. Geçenlerde dış kameraya gözüm ilişti. Bir genç arabasıyla binanın önünde durdu ve beklemeye koyuldu. Arabadan inmeyince görüntüyü tam ekran yaparak ben de beklemeye koyuldum. Kızın ailesi öğrenmesin diye burada durduğunu düşündüm. Yarım saat sonra elinde çiçekle arabadan indi. Ve tekrar beklemeye koyuldu.Yarım saat bekledi. Telefonuna baktı. Sonra elindeki çiçeği attıktan sonra basıp gitti. Çiçeklerin gece bile ışıl ışıl olması pahalılığını gösteriyordu. Çiçeğin sahibinin geleceğine inandığım için beklemeye koyuldum. Uyuyakalmıştım. Güneş çoktan sofrayı hazırlamıştı.  Gündüz Bekçisi Nuri Abi'nin somurtkan sesini işitince hemen sirkelendim. Kendime geldikten sonra ekrana baktım. Çiçek yoktu gitmişti. Asıl sahibinin çiçeği gelip alacağını düşünmüştüm. Haklı çıktım.İçten içe o gencin boşuna beklemediğini düşünerek sevindim.  Nuri Abi yine sinirliydi. Bugünlerde eşiyle pek arası yoktu. İşten paydos ettikten sonra evin yolunu tuttum. O gün bütün günü uyuyarak kanını emmiştim. Kalktığımda işe yarım saat vardı. O gece biraz durgundu.Güneş doğmamak için yemin etmişti sanki. Artan ısrarlara dayanamayıp bizi kırmamak için yüzünü göstermişti. Nuri Abi şarkı mırıldayarak içeri girdi. Gülümseyerek  ''Günaydın.'' dedi. Ben de şaşırmış bir halde ''Günaydın abi hayırdır bugün neşelisin. '' dedim. Sanki biri sorsunda içimde ne varsa anlatayım  bir halde başladı konuşmaya. ''Dün işe gelirken kapının önünde bir çiçek gördüm. Pahalı bir şeye benziyordu. Aldım içeriye dolabıma koydum. Çiçekçiye götürüp okuturum diye düşündüm ama hangi çiçekçiye götürecektim bilmiyordum. En iyisi eve götüreyim ben yarın hallederim dedim. Akşam iş çıkışı eve gittiğimde, karım benim gibi kökünden kurtulamamış bir odunun böyle bir güzellik yaptığını sanınca boynuma atladı. Anlayacağın aramız düzeldi'' dedi. Ben ''Sevindim abi kolay gelsin sana. '' diyerek binadan çıktım. Yürürken kendi kendime '' Ulan bak kız almadı ama Nuri Abi'nin cinsel hayatına renk kattı çiçek'' dedim. Beklemenin ne zararı vardır ne de ziyanı. İsteseniz de istemeseniz de bekleyeceksiniz. Zarar vermez fayda sağlar. Amacınıza ulaşmadığın zaman da bile bir çıkarımı bir getirisi vardır. Bazen bir bekleyen bir başka bekleyenin umududur. Yeter ki bekleyin.         

16 Şubat 2014 Pazar

                                                      
  
           
 MASUM ÇETE 

 Bu hafta yeryüzünün en masum çetesinden bahsedeceğim. Ne yani masum çete mi olur dediğinizi duyar gibi oldum. Evet benim bildiğim masum bir çete var. Durun yargılamadan, ihbar etmeden önce bir dinleyin. Bu örgüt düzensiz birliklerden oluşmuş, her biri  yedi on dört yaşlarında varoş  semt çocuklarıdır. Tabi bu yaş aralığı bazen lastik gibi genişler. Bunlar sadece  pazar günleri çalışır ancak o gün idmanlı olmak zorundalardır. Bazıların annesi o gün izin vermez, bazılarının da o sevmediği akrabalarını ziyaretine gider annesinin zoruyla.  Ancak işin ucunda para olması çeteyi daha da kalabalıklaştırıp birbirlerine düşman hale bile getirebiliyor. Her çetede olduğu gibi bu çetede de anlaşmazlıklar ve büyüklerin küçüğü yutması gibi bir durum vardır. Genellikle erkek kısmından oluşur.  Bir kızın bu çeteye girmesi için mahallenin ''Erkek Fatma'' sı olarak göze batması gibi bir durumu söz konusudur. Ancak işin tehlikeli kısmı da var. Bu çetede bulunmak sandığımız kadar kolay değil . Özellikle iyi koşmak ve arabanın önüne atlamak gibi hem çetrefilli hem de tehlikeyi içinde barındıran bir iştir. Ulan piç ne uzatıyorsun paragrafın  başından beri  vır vır vır söylesene bu çete kim ?.  Tabi bu kadar açık sözlü olacağınızı sanmıyorum ama biraz uzattım farkındayım.Belki resimden de anlamışsınızdır. Şöyle söyleyeyim ‘ ‘Gelin Arabası Çetesi ‘’. Hangimiz gelin arabası görürken ayağımız titrer gibi olmuyor?. Bırakın şimdi efendiliği kenara  en azından akrabanızın evlendiği bir günde o arabanın arkasından koşmuşluğunuz vardır ya da zarfı el altından almışlığınız. Bu çetenin sevmediği bir kesim var. Tahminde bulunmuşsunuzdur. ‘Sağdıçlar'. Sağdıç kelimesi sağmaktan gelir. Yani bu sağdıcı ne kadar sağarsanız o kadar ürün elde edersiniz. Bir de bu mına koduğum sadıçları neden cimri olur ?. Bunu ben söylemiyorum çete üyelerinin vardığı sonuç. Bu sonuca bakmadan kendimiz de biliriz sağdıçlığa en cimri kişilerin seçildiğini. Eli kulağındadır bu sağdıçların sınavla seçilmesi. Bu çeteler davul ve zurnanın peşinden ayrılmazlar. Özellikle düğün salonları  ve fotoğrafçıların kapısının  önünde kuytuya yatıp gelin ve damadı bir aslanın ceylanı beklemesi gibi beklerler. Buradaki ceylan  rolü sağdıçındır.  Öyle sağdıçlar var ki dışarı çıkmadan önce dışarı göz atar talimat verir vicdansızlar. Sadece  zarf dağıtımında değil, bunu kurdele kesiminde, sandığa oturulmasında ya da damadın ayakkabısının çalınmasında  da aynı cimriliği itina ile yapar bu sadıçlar. Bu çeteler bir sadıçı sevmezler bir de içi dışı bir olan zarfı. Konuyu dağıtmadan rastladığım garip bir çetenin gelin arabası sevdasından bahsetmek isterim. Bu çete kendini her konuda aşmış piçler topluluğudur. Hayranlığımı hiçbir zaman saklamadan anlattığım bir çetedir. O örgütsüz dediğim plansız dediğim örgüt  türünü yıkıp kendilerine bu alanda yüksek lisans yapmış bir örgüttür.  Bunlar soygun mu yapıyor gelin arabası mı durduruyor belli değil. Gelin arabasını görünce yavaş hareketlerle  arabaya yaklaşan  örgüt üyeleri, kendilerini sevdirmek için masum gözüken bu  örgüt, ilk aşamada istediklerini almışlardı.. Çocukların masumluğuna kanan sadıç, bu işin sadece tek seferde bitmeyeceğini anlamamıştı.  Örgüt  tekrar hareketlenmeye başladı çünkü zarf alamamış örgüt üyeleri de vardı. Olayın zevkine takılmış ben, yavaş yavaş yürüyerek olayları takip etmeye devam ettim.  Belki bana da zarf düşer diye. Birkaç saniye sonra gelin arabasının üstüne üç dört kişi atladı. Arabadan inen sağdıç bu örgüt  üyelerini kovaladıktan sonra tekrar arabaya geri döndü. Hemen C planını uygulamaya koyan örgüt arabanın önüne çöp konteynerini  çekti . Araba ani  bir frenle durdu . Gelin ve damat biraz ürktü. Hatta damat biraz fazla ürktü. Herhalde araba kiralıktı. Sağdıç tekrar indi arabadan ve çocuklara bağırarak konteyneri çekmesini  küfürle karışık söyledi. Örgüt korkmuş olacak ki hemen konteyneri çekti.  Zarf alma şansı hiç kalmayan bu örgüt üyeleri üzgünlüğü yüzünden anlaşıyordu. Ben de konteyner çekilirken yavaştan yol aldım. Aradan birkaç saniye geçti ya da geçmedi. Bir gürültü ile arkamı döndüm. Örgüt arkasında cam kırıkları ve toz bulutu bırakmıştı. Evet şimdi ihbar edebilirsiniz.

9 Şubat 2014 Pazar



OĞLUNUZ MACİT 

Dört katlı bir binanın dördüncü katında oturan Macit, sıradanlığı kendine meslek edinmiş bir ailenin tek ve ilk çocuğuydu. Hayatı gelişigüzel yaşardı. Gelecek planları arasında kendisi yoktu; tek suçu anı yaşamaktı. Ama onun da hakkını verdiği pek söylenemezdi. Bilgisayardan kalan boş vaktini tek çocuk şımarıktır klişesini yıkmak için ayırırdı. Farklı olmakla bir sıkıntısı yoktu Macit’in. Kendini anlatabildiği tek kelime sıradanlıktı. Babası ona hep ‘ Seni yaptıktan sonra bir daha çocuk yapmamaya karar verdik ‘ derdi. O da babasına ‘ Sen basiretsizsen benim suçum ne ? ‘’ diye cevap verirdi. Evet şımarık, piçin biriydi Macit. Kendisini klişenin kollarına bırakmıştı. Herhangi bir cumartesi günü evde yine yalnızdı. Çekyatta uzanmış uykunun ona ‘ kalk annem yatağına ‘ demesini bekliyordu. Ağa yakalanmış balık gibi çırpındı. Sahibinin sözünü dinlemeyen ayaklarıyla dışarı bakmak için pencereye doğru yürüdü. Hava bugün açık mı olsam kapalı mı olsam diye insanlarla taşak geçer gibi bir haldeydi. Camlar, rüzgarın kendisine yazdığı besteyi dinliyordu. Güneş, kendisine aşık olmuş bir bulutun esaretinden kurtulup kendini bir türlü gösteremiyordu. Susadığını hissetti Macit. Annesinin müzeden hala teklif beklediği masanın üzerindeki sürahiden, bir bardak su doldurdu ama ancak yarım bardak içebildi. Kalan yarısını kardeş payı diye annesinin ikinci oğlum dediği çiçeğe döktü. Odasına doğru gidip yorganı başına çekti. Yatmaya çalıştı. Uykunun daha acil işleri olabileceğini düşündü. Aniden yorganı, pedal çevirir gibi üzerinden atıp kalktı. Bugünü farklı geçirmek istiyordu. Hemen dışarı attı kendini. Yanına parayı almayı unuttuğunu anlayınca tekrar o sevimsiz dördüncü kata çıktı. Kapıyı vardığında anahtarı  evde unuttuğunu anlayınca cümleye hangi küfürle başlayacağını unuttu ve tekrar aşağıya indi. Arka cebinde 5 lira buldu. Babasının ona laptop aldığı günkü gibi sevindi. İki sokak ötedeki sidiciye gitti. Bari günü bir filmle kurtarayım peşindeydi. Rafların hepsini karıştırıp sanki uzun zamandır aradığı filmi bulmuş gibi ‘Limitsiz’ denen filmi aldı. Eve doğru giderken gözü yol çalışması olduğunu belirten tabelaya takıldı. Tabelada ‘’ Verdiğimiz geçmeyen rahatsızlıktan dolayı özür dileriz ‘’ yazıyordu. Kendi  kendine işte dürüst belediyecilik diye söylendi. Anne ve babasının eve geldiğini umarak dördüncü kata çıktı. Evde olduğunu anlayacağı işaret olan ayakkabıları görmeyince tekrar aşağıya indi. Dış kapıyı açınca anne ve babasını karşısında görünce etmediği küfre yandı Macit. Babasının bilgisayar oyunu aldığını duymasına rağmen yukarı çıkmadı. Arkadaşı Recep’i arayıp onun yanına doğru gitti. Filmi çöp attı. Eğer filmi izleseydi onun hayatını değiştirecek hapı aramaya koyulacaktı. Olmadı. Ne mi oldu Macit’e? Bir türlü bitiremediği bilgisayar aşkını bilgisayar mühendisi olarak taçlandırdı Macit. Annesinin torun isteme ısrarına dayanamayıp erken yaşta evlendi. Biri kız diğeri de kız olmak üzere 2 çocuğu oldu. Bugünlerde ise giriş katta tuttuğu eve taşınmaya hazırlanıyor.

3 Şubat 2014 Pazartesi

                                                      Deli Doğan
Delilik nedir? Delinin zoruna bak. Bazen bir kuyuya taş atar çıkar çıkarabiliyorsan. Her gün bayramdır onlara. Kime sorarsanız sorun herkesin delilik hakkında elbet söyleyeceği vardır. Çünkü herkes bir tutam delidir. Deliliğe varan o çizgiyi her insan isteyerek geçmiştir. Bu biraz ofsayt çizgisine benzer. Hayır, hayır, ofsaydı anlatmayacağım. Çizgiyi geçmeyin demiyorum size hobi olarak yine geçin. Diğer insanlarla aynı çizgide olduğunu gösterin ama belli etmeyin çizgiyi geçtiğinizi. Deliliğe övgüsü kendisine sığmamış bunu kitaba taşırmış olan Erasmus’u anmamak ve hak vermemek elde değil. Asıl meseleyi unuttuk. Deliliği kendine meslek edinmiş Doğanı. Doğan çakırkeyif adamdır. İçmeden durmaz. İçtiğinde efendileşen içmediğinde deliren adamdır. İçmediği zaman aralığı artınca o eski ayakkabısıyla yere var gücüyle vurur. Ettiği küfürde cabası. Hatta kaldırımları sağlamlaştırdı diye belediyenin teşekkür etmişliği bile vardır. Favori içkisi kırmızı tuborgdur. Hele ki kırmızı tuborg eline geçince yerinde durmaz, kocaya varan evde kalmış gelin gibi koşardı caddede. Doğanın hikâyesi diğer delilerden farklıdır. Elbette her delinin hikâyesi farklıdır. Zengin ve Almanya’da yaşayan Doğan bir gün polisin aramasına takılmış. Neyse polis Doğanı aramış. Sonra karısını aramaya kalkınca engellemiş. Bir bayan polisin aramasının daha makbul olacağını söylemiş. Ancak bu kadar kibar değil tabi. Sonra yanlış anlayan polis elindeki copu Doğanın kafasına indirmiş. O gün bugündür.  Doğan böyle. Son günlerde görünmez oldu Deli Doğan. Sordum soruşturdum. Doğan akıllanmış dediler. Sonra duraksadım böyle bir deliliği kendine yapmış olamaz diye düşündüm. Tekelden bir kırmızı tuborg aldıktan sonra evin yolunu tuttum.