Eli Kürek Olanlar
Birçok kişinin elinde kürek vardı. Bir yerde kum; ince,
ıslak… Islaklığı, dün geceden yağan sonbahar yağmuruydu. Durmadan üzerime kum
atıyorlar, eli kürek olmuş yaratıklar. Ne olduğunu bilmeden, onları
izliyorum. Ayakları kazma… Önce bir iki
toprağı vuruyor sonra kürekleriyle üzerime atıyorlar. Sesim çıkmıyor. Kum
birikiyor. Elimi kaldırıyorum. Kumlar dökülüyor yavaş yavaş. Tane tane…
Islaklığı bir hafiflik verse de, bir zaman sonra ağırlığını hissediyorum. Bütün
vücudumu sarıyor. Önce elimi kaldırıyorum sonra vücudumun geri kalan kısmını.
Durmadan kum atıyorlar. Yavaş yavaş yükseldiğimi hissediyorum. Hiç yorulmuyorlar
eli kürek olanlar. İçi boş bir kuyuya atılmıştım. Şimdi bir adaya dönüşüyor.
Bir çeşit kendi dünyamı yaratıyorum. Önce sınırlar çizmeye başlıyorum. İçeri görülmemesi
için surlarla kaplıyorum. Kumdan adamlar yapıp, surların belli kısımlarına, gözcülük
yapması için dikiyorum. Kumlar atılmaya devam ediliyor. Gittikçe yükseliyor,
ulaşılmaz bir gökyüzüne doğru çıkıyorum. Birden karnım acıkıyor. Ne yiyeceğimi
bilmiyorum. Gözlerimden damlalar geliyor. O damlalar, kumlara dökülüyor.
Yaşadığım adanın, bir bölümü ıslanıyor göz damlalarım ile. Kenarlardan kumlar
atıyorum üstüne. Yine ıslanıyor, yine kum atıyorum. Birden uyuya kalıyorum.
Kalktığımda surlarım yıkılmış, kum adamlarım, tane tane olmuşlar. Tekrar surlar
yapıyorum. Gözcülük için yine adamlar koyuyorum, gizli bölümlere. Dünden kalan
ıslak alana bakıyorum. Belli bir şekli olmayan bir nesne çıkıyor ortaya.
Kahverengi… Toprağın çocuğu, olduğunu düşünüyorum. Belli bir şekli olmayan,
çıktığı toprağın bir kısmının üzerinde taşıdığı, bu kahverengi nesneye, uzunca
bakıyorum. Aynı dünyanın varlıklarıyız. Ona bir alan yapıyorum, orada yaşasın
diye. Karnımın derisi, organlarıma yapışıyor. Hala açım. Midem bütün vücudumu çevreliyor, hakim
oluyor. Beynimin hükümranlığı sona eriyor. Bana o kahverengi, belli bir
şekli olmayan; yuvarlak desen olmaz, dörtgen hiç olmaz, nesneyi yememi
söylüyor, yeni hükümdarım. Alıyorum, temizliyorum. Sonra bir ısırık, dişim acıyor.
Güneşin gördüğü kısma koyuyorum, kızarsın diye. Kızarıyor. Isırıyorum. Karnım
doyuyor. Adadaki en yakın dostumu yiyorum. Yine yalnız kalıyorum. Surlar yine
yıkılmış. Kenardan aşağıya bakıyorum. Eli kürek olanlar, görülmüyor artık. Kum
gelmeye devam ediyor. Kimse yetişmez, diyorum, tekrar surları yapmıyorum.
Ağladıkça karnım doyuyor. Bu kum atanlar kim, diye düşünüyorum. Hepsi dünyamın
bir çalışanı mı? Yoksa bunların hepsi ben miyim? Kendi adamı kendim mi
kuruyorum? Nefretimin bana yarattığı bir dünya mı? Dünyamı ben yaratıyorsam,
neden yalnızlığı tercih ediyorum? Yalnızlık benim bir parçam mı? Yoksa ben mi
yalnızlığın bir parçasıyım? Kafamı kaldırıp, etrafa bakıyorum. Birçok ada
görüyorum, etrafı surlarla kaplı. O adaları görmek istemiyorum. Kum atanlara
yardım için, kenardaki kumları içeriye, ortaya doğru alıyorum. Bir şey
değişmiyor. Diğer adalara atlamayı, buradan kurtulmaya karar veriyorum. Bu
durumda cesaretli karar alsam da, faaliyet korkuyla törpüleniyor. Geri
kaçıyorum. Uzunca bir zaman bir şey yapmıyorum. Bu yüksekliğin fazla olduğunu,
boş durmanın anlamsızlığını, gelen kumların, ellerimle geri yollamamın,
mantığına varıyorum. Başlıyorum. Gelen kumların iki katını aşağıya
boşaltıyorum. Bir zaman sonra işler değişiyor. Elinde kürek olanlar yükseklere
doğru çıkıyor. Ben eştikçe, eşeleniyorum. Ellerim kanıyor, nasırlaşıyor. Kuyunun
içinde buluyorum kendimi. Kimsecikleri göremiyorum. Eşelemekten vazgeçiyorum.
Aslında iki dünya arasında mekik dokuyorum. Tekrar yükseldiğimi hissediyorum.
Eli kürek olanlar, verilen görevi yerine getirmekte, bıkmadan, yılmadan,
yorulmadan yapıyorlar. Bu kumun biteceğini, sınırlı sayıda, kişi başına düşenin
fazla olmadığını anlıyorum. Ancak niye bu kadar yükseldiğimizi anlamıyorum.
Buraya yollanmadan önce, cebimde; iki önümde, iki arkamda, kumla dolu ceplerle
geldiğimi anımsıyorum. Bu kadarcık kumun, bana yaşattığı iki dünyanın, anlamına
varamıyorum. Bütün hesaplar, kitaplar, tablolar, çizelgeler ve veresiye
defterleri bir işe yaramıyor. Birden yükselemediğimi, hala aynı noktada
kaldığımı, etrafa bakarak anlıyorum. Eli kürek olanları göremiyorum. İşlerini
bırakmışlar. Beni de öyle bırakıp gidiyorlar. Vücudumun her tarafı ağrımaya
başlıyor. Birden elimle kazmaya başlıyorum. Durmadan. Kazdıkça, büyük bir kuyu
oluşuyor. İçine düşüyorum. Kazdıkça kuyu açılıyor. Yukarıda biriken kumlar,
dökülüyor üstüme. İçinde kayboluyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder