Kadının Çığlığı: Papatyalarıydı
Bütün şehir susmuştu. Üzerine yağan çığlıklar, kuyruk sancısı ve büyük bir boşluk... Biriktirmişti sessizliği. Yağmur, bu sessizliğin şerbeti olmuştu. Kimseciklerin görünmediği bu dağ yamacında, kımıldamadan, önce yere düşmeye hevesli yaprağı havada yakaladım sonra yedim. Bu birkaç defa sürdü. Dünden kalma açlığımı biraz olsun gidermiştim. Etrafa bakılmaya koyuldum. Dağ hala uykuda... Çayır ve kayalar; geceden beri söyledikleri ninniden sıkılmıştı. Nehir, yanına yamanmış çiçeklerin tozunu yalıyordu. Bir kovuktan, ses geldi. Kafamı çevirmeden önce gizlendim. Dalların arasından bir kadın belirdi. Yavaş adımlarla yürümeye koyuldu. Bulutlar kadının etrafında toplandı. Sıralandılar. Dışarıdan bakıldığında tanrı olarak ilan etmek yanlış olmazdı. Diz çöktü. Bir şeyler anlatıyordu. Sessizce... Dağ çoktan uyanmış, çayır ve kayalar ninniyi kesmiş, gecenin tek yıldızına bakar gibi bakıyorlardı. Sesini sadece ben duyamıyor gibiydim. Sesini duymak için yavaş yavaş yaklaştım. Adımlarım, bir kuşun adımları gibi sessiz ve yumuşaktı. Biraz daha sokuldum. Yeterince yaklaştığımı düşünerek, çömeldim. Etrafın dinginliği, beni şaşırtmıştı. Sesleri duyabiliyordum. Çok yük vardı o seste. Kulağım o yükü kaldıramadı. Sağırlaştım. Hiçbir şey duyamıyordum. Gelirken attığım adımları, şimdi geri dönmek için atıyordum. Yine bir şey değişmemişti. Bir çölün sağırlığı, binmişti kulağıma. Kadın çömeldi, ağlamaya başladı. Gözyaşı birikti, birikti. Kendine yol aradı. İlk damlalar yeryüzüne ulaştığında, aşına aşına bir yol çizdi. Yol nehre akıyordu. Uzunca bir süre akışını izledim. Nehrin rengi saflaştı. Öyle bir saflaşma ki, dünyanın çekirdeğini görebiliyordum. Yer ile gök birbirine daha yakınlaştı, soğuktan üşüyen çocuğun annesine sarılması gibi. Yüzyıllardır aynı düzlemde, aynı yerlerden geçerek akan nehir, bu sefer, telaşlı bir neşe içerisinde akıyordu.Neşesi daim olmadı. Nehir yollunu değiştirip, önüne ne çıktıysa süpürüp götürdü. İhtişamlı dağların yerinde yeller esip kalmıyor, doğaçlama dans ediyordu. Depremin yerinden oynatamadığı kayalar, toz duman olmuş, etrafa saçılıyordu. Ağaçlar... Bir tek onlar nasibini almamıştı. Elimi uzattığımda, yakaladığım dal, beni hayatta tutmuştu. Ağlamayı durdurdu kadın. O kadar çok birikmişti ki kini, bu dünyayı seller altında bırakacak, gözyaşı üretebilirdi. Üzerinde durduğu dağ hariç, her yer ovayı andırır gibi dümdüzdü. Bilinenin aksine, yerin dibinden bir güneş doğdu. Işığı, kendini bile aydınlatmıyordu. Sadece yakıcılığını kaybetmemişti. Doğduğu yerden itibaren, etrafı kurutmaya başladı. Bütün bulutlar bir damla halinde yere düştü. O damla; nehre düşen son kıymık oldu. Nehir, kurudukça, yerküre iskelete döndü. Buharlaştı yeryüzü. İçindeki bütün kötülükler, eridi, buharlaştı. Kötülük üç halde var oldu. İnsan bunun katı haliydi. O kötülük; kadının gözyaşıyla sıvı hale geçmişti. Son aşamada ise; o gözyaşlarının buharlaşması ile bulut olarak var olmaya devam etti. Bulutlar... Pamuk gibi bulutlar, kızıllaşmıştı. Kadın ağlamayı durdurdu. Yağmur tekrar başladı. Damlalar, bir ateş damlası gibi gökyüzüne düşüyor, düştüğü yerde delikler açıyordu. Bir süre daha devam ederse, dünya büyük bir kara deliğe dönüşecekti. Kalktı ayağa kadın. Bütün deliklere, rüzgarıyla taşıttığı kumlarla doldurdu. Yok etme gücünü elinde bulunduran kadın, dünyayı yeniden var etmişti. Dünya artık bir kadının gözüydü. Çapağını temizlemişti. Kirpiklerini yakmış, yeni doğmuş bir çocuk gibi bakıyordu etrafa. Kadın beni gördü ve kaçmaya başladı çıplak ayaklarıyla. Ayağına batan küçük taşlara aldırış etmeden koşuyordu. Dünyaya son iyiliğini yapmıştı. Çığlığını bırakıp gitmişti. Kadının çığlığı; papatyalarıydı.
Oluşturduğu yeni dünyada, bütün kötülükler, müzelerde sergilenmeye başlandı. Doğan bütün çocuklar, bu kötülükler tanıyarak, yaşama başladı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder