Kolonisiz Karınca
Bir isyan çıkarsalar, dünyayı ele geçirebilirler. Ama öyle bir düşünceleri yok, dünya mirasına sadık hayvanlardır. Bir karınca; işçi olanından, kendi kolonisinden ayrılmış, yola koyulmuştu. Binlerce süregelen geleneğe ihanet etmişti. ''Vurun alçağa!'', ''Nasıl bırakırsın bizi?'', ''Senin yaptığın karıncalığa sığar mı?'', ''Hem tek başına yaşayamazsın, dön yuvana.'' Birçok şey söylenmesine rağmen yolundan şaşmamıştı. ''Nereye?'' diye soranlara, ''Antarktika'' diye cevap veriyordu. Kimler yaşardı orada? Vücudu o soğukluğa karşı dayanabilecek miydi? Bütün bu soruların cevabını anlamak için her şeyi göze almıştı. Hatta oraya varmadan ölmeyi bile...
Uzun bir yeşillik görüldü. Bu yolu bitirme ihtimalini düşündü. Nereden baksan bir karınca haftasına denk geliyordu. Bir ağaç bulup biraz dinlenmeli diye düşündü. Ağacın hemen önünde ''Dev ayaklılar'' vardı. Bunlar biri dişi biri erkekti. Piknik yapmaya geldikleri, sepetlerinden belli oluyordu. O sepetten bize de bir şey düşmez mi deyip, sepete doğru yürümeye başladı. Ondan önce bir koloni pusuya yatıp bekliyordu.
''Hey sen!''
''Ben mi?''
''Burada senden başka yalnız karınca var mı?''
''Yok. Ne oldu''
'' Yanlış yerdesin dostum var git yoluna, burası bizim mıntıkamız.''
'' Sepet baya büyük bana da bir şeyler düşer.''
''Bak dostum, ben büyük bir kabilenin reisiyim. Seni üzmek istemem.''
Etrafa baktı, büyük kolonin emarelerini hissedebiliyordu. Geldiği yoldan geri dönmeye başladı. Uzun yola yarın devam ederim diyerek bir ağacın dibine oturdu. Bir delik vardı ağacın yanında. ''Geceyi burada geçiririm,'' dedi. Ağacının tepesine çıkıp etrafı kolaçan etmek için tırmanmaya başladı. Tırmanmaya devam ediyordu. Aniden takıldı, düştü. Karınca kararınca on beş karınca adım gitmişti. Yılmak yoktu, tekrar tırmanmaya başladı. Bu sefer düştüğü yeri geçti. Çok az kalmıştı ki ilk dala, yine düştü. Karınca inadı tuttu, tekrar tırmanmaya başladı. Bu inat kendi nesline verilmiş en büyük hediyeydi. En sonunda istediği dala varabildi. Etrafa iyice baktıktan sonra biraz şekerleme yaptı. Tekrar yola koyulmak için daha vardı. Yapacaklarını düşündü. Onca yolu gidip hayatta kalmak zordu. Ama geri dönüp koloniye dönmekten iyidir diye düşündü. Tekrar çalışmayı göze alamazdı, ruhuna tersti. Uyandığında yola çıkmanın vakti gelmişti. Güneş işine odaklanmış iyice yayılmıştı. Rüzgar, yaprakların tozunu alıyordu. Tekrar yola koyuldu. Uzun çimenlerin arasından sallana sallana yürüyordu. Bir tepe gördü, oraya doğru hamle yaptı. Birden yuvarlanmaya başladı, o kadar çok yuvarlandı ki düzeldiğinde kendini bir insan olarak görüyordu. Birden gürültüler duymaya başladı. Nerede olduğunu kestirmesi zor olmadı. Dev Ayaklılar kolonisi aralarında top oynuyor, birbirlerine atıyorlardı. Oradan uzaklaşmaya koyuldu. Dev Ayaklılar karınca neslinde sevilmezdi. ''Dev Ayaklılar dünyaya yollanmış en vahşi yaratıklardır.'' Koloni Eğitim Bakanlığının bütün okullarda koyduğu ilk dersti. Onlardan uzak durmak gerekliydi. Oradan kaçmayı başardı, tekrar yola koyuldu.
Aradan bir karınca haftası geçmişti. Yeşillik yerini beton yapılara bırakmıştı. Uzunca yolu bitirdiğine sevinmişti ilk başta. Ancak bu beton yapılarda yolunu kaybedebilirdi. Çok karmaşıktı, bir o o kadar da yorucu. Ne yapmalıydı? Bu beton yapıda ezilebilir, parçalanabilirdi. Bir yere geçip akşam olmasını, akşam olunca 'Dev Ayaklılar'ın çekilmesini beklemeliydi. Fazla ses yapmadan bir borunun içine girdi. Gündüzü burada geçirmeliydi. Aksi taktirde yere yapışık bir halde ömrünü geçirebilirdi. Dışarıdan sesler geliyordu, hiç aldırmadan yerinden kımıldamadı. Bu kadar gürültü içerisinde nasıl yaşıyorlar bunlar diye de sitem etti. Ses yükselince merak etti, kafasını borudan dışarı çıkardı. Bir adamın elinde silah diğer adama doğrultmuştu. ''Yaptığın namussuzluğun karşılığını alacaksın Neco'' Böyle bir anla ilk defa karşılaşmıştı. Bunların ne alıp veremediği var, indir o silahı öpüşün bakalım demek geldi içinden. Ama umduğu olmadı, tabancı sesi çoktan duyulmuştu. Üzerine kırmızı renkte sıvı damladı. Tadı iğrençti. Tekrar borunun içine döndü, uyuya kaldı. Sabah birden bir su onu alıp sürüklemeye başladı. Birileri halı yıkıyordu. Tasası ona kalmıştı. Sürüklendikçe sürüklendi. En sonunda bir taşa takılıp, durdu. Su sakinleşmişti. Yoluna devam etmeliydi. Yola koyulmak için adım attı. Birden bir çekirdek çarptı gözüne. Uzun bir yol vardı önünde ama bir yandan da içgüdüsü ona izin vermiyordu. Çekirdeğe doğru hamle yaptı. Etrafına bakındı başka karıncaların olabileceğini hissediyordu ama kimse yoktu. Çekirdeği sırtladı, ilerideki köşeyi geçmek istedi. Aniden 'Dev Ayaklılar'ın sesini işitti, bu tarafa doğru geliyorlardı. Biraz ilerde yokuş vardı. Oraya kadar taşırsam ondan sonra yokuş aşağı yuvarlanırım diye düşündü. Yürümeye başladığı anda bedenin de bir sıcaklık hissetti, asfalta yapıştığını aldığı tattan anlamıştı. Sadece kafasını oynatıyordu. Bir çocuk kahkahası işitti, kafasını o yöne çevirdi. Çocuğun işaret parmağında, belden aşağısını gördü. Hayatı film şeridi gibi gözünü önünden geçmesini beklerken, ilk eğitim gününü hatırladı.
'' Dev Ayaklılar dünyaya yollanmış en vahşi yaratıklardır.'
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder