23 Şubat 2014 Pazar

                                                                     Gece  Bekçisi
       Herkesin, zamanla günlük ajandasının vazgeçilmezi haline gelen şeyi ben meslek olarak yapıyorum. ''Bekliyorum''. Bir elbise markasının ana binalarından birinde gece bekçiliği yapıyorum. Satışlar patlamasın diye isim verip reklam yapmak istemiyorum. Evlenmeden 3 ay önce işe başladım. Bu işi bana babamın yakın arkadaşı olan Recep Abi ayarladı. Neymiş efendim işsiz adama kız vermezlermiş. Babama bu klişelerden kurtulmasını önerdiğim anda kendimi kapının önünde buldum. Bakarım bir çaresini diyerek üç gün parkta yattım. Sonuçta eve döndüm. Babamın isteğini kabul ettim. Aslında isteğini kabul ettirdi. Evliliğimizin elli sekizinci günündeyiz. Bakmayın saydığıma, üç haneli rakamlara gelince unuturum. Zaten işe başlama zamanıyla hesaplıyorum. Pısırıklığımı ilk haftalarda anlayan eşim evde çoktan imparatorluğunu kurmuştu. Sözünden çıkmıyordum. Böyle bir pısırığın gece bekçisi olması da ilginç biliyorum. Evli günlerimizi saymamın pısrıklığımla bir alakası olmadığını söylemek isterim. İnanır mısınız bilmem ama daha karımın eline elim değmedi. Elbette inanmazsınız. Gündüzleri de annemin evden çıkmasını bekliyorum. Yani her şekilde bekliyorum. Hangisi işim hangisi  normal hayatım diye karıştırdığım oluyor bazen. Öbür dünyada çalışsaydım zebani olurdum. Futbola başlasaydım kale bekçisi olurdum. Medya sektörüne dalsaydım eşik bekçisi olurdum. Siyasete girseydim paralel bekçi olurdum. Vallahi beklediğim zamanlarda hep düşündüm, başka hangi mesleği yaparım diye bir şey çıkmadı. Ama beklemekle sadece benim problemli olduğuna inanmıyorum. Zaten dünyaya fırlatılmış ve beklemeye koyulmuş bir varlık değil miyiz? Benim lastiğim biraz fazla gerildiyse benim suçum ne?  Hep bir beklenti içerisinde değil miyiz? Ya bekleyen ya da bekletilen oluyoruz. Beklemeyi sevmedim diyemem benim mesleğim bu. Zamanla değil isteyerek sevdim. Bizimkisi görücü usulü bir sevdaydı. İşimin en kötü tarafı bir odaya sıkışmış olmam. İki saatte bir kontrole çıkarım. Tabi aksi bir durum olmazsa. Güneşin dünyanın yarısından elini eteğini çektiği zamandan tutunda, tekrar sofra hazırlamaya koyulduğu zamana kadar bekliyorum. Beklemek düşünmeye giden yolların tıkanıklığını açar. Benim haddime değil ama biriyle buluşmadan yarım saat önce gidin ve bekleyin. Biraz bekledikten sonra istesen de istemesen de düşünmeye başlayacaksınızdır. Eğer bir saat önceden giderseniz; sıcak, limon kokulu bir duş sizi bekliyor olacak. Bu temizlik; beyin fırtınası öncesi temizliktir. Beklemek yıpranmaktan çok tazeliktir.  Beklemek bir bakıma hayattır. Ne zaman biteceğini bilemezsin ama beklersin. Geçenlerde dış kameraya gözüm ilişti. Bir genç arabasıyla binanın önünde durdu ve beklemeye koyuldu. Arabadan inmeyince görüntüyü tam ekran yaparak ben de beklemeye koyuldum. Kızın ailesi öğrenmesin diye burada durduğunu düşündüm. Yarım saat sonra elinde çiçekle arabadan indi. Ve tekrar beklemeye koyuldu.Yarım saat bekledi. Telefonuna baktı. Sonra elindeki çiçeği attıktan sonra basıp gitti. Çiçeklerin gece bile ışıl ışıl olması pahalılığını gösteriyordu. Çiçeğin sahibinin geleceğine inandığım için beklemeye koyuldum. Uyuyakalmıştım. Güneş çoktan sofrayı hazırlamıştı.  Gündüz Bekçisi Nuri Abi'nin somurtkan sesini işitince hemen sirkelendim. Kendime geldikten sonra ekrana baktım. Çiçek yoktu gitmişti. Asıl sahibinin çiçeği gelip alacağını düşünmüştüm. Haklı çıktım.İçten içe o gencin boşuna beklemediğini düşünerek sevindim.  Nuri Abi yine sinirliydi. Bugünlerde eşiyle pek arası yoktu. İşten paydos ettikten sonra evin yolunu tuttum. O gün bütün günü uyuyarak kanını emmiştim. Kalktığımda işe yarım saat vardı. O gece biraz durgundu.Güneş doğmamak için yemin etmişti sanki. Artan ısrarlara dayanamayıp bizi kırmamak için yüzünü göstermişti. Nuri Abi şarkı mırıldayarak içeri girdi. Gülümseyerek  ''Günaydın.'' dedi. Ben de şaşırmış bir halde ''Günaydın abi hayırdır bugün neşelisin. '' dedim. Sanki biri sorsunda içimde ne varsa anlatayım  bir halde başladı konuşmaya. ''Dün işe gelirken kapının önünde bir çiçek gördüm. Pahalı bir şeye benziyordu. Aldım içeriye dolabıma koydum. Çiçekçiye götürüp okuturum diye düşündüm ama hangi çiçekçiye götürecektim bilmiyordum. En iyisi eve götüreyim ben yarın hallederim dedim. Akşam iş çıkışı eve gittiğimde, karım benim gibi kökünden kurtulamamış bir odunun böyle bir güzellik yaptığını sanınca boynuma atladı. Anlayacağın aramız düzeldi'' dedi. Ben ''Sevindim abi kolay gelsin sana. '' diyerek binadan çıktım. Yürürken kendi kendime '' Ulan bak kız almadı ama Nuri Abi'nin cinsel hayatına renk kattı çiçek'' dedim. Beklemenin ne zararı vardır ne de ziyanı. İsteseniz de istemeseniz de bekleyeceksiniz. Zarar vermez fayda sağlar. Amacınıza ulaşmadığın zaman da bile bir çıkarımı bir getirisi vardır. Bazen bir bekleyen bir başka bekleyenin umududur. Yeter ki bekleyin.         

16 Şubat 2014 Pazar

                                                      
  
           
 MASUM ÇETE 

 Bu hafta yeryüzünün en masum çetesinden bahsedeceğim. Ne yani masum çete mi olur dediğinizi duyar gibi oldum. Evet benim bildiğim masum bir çete var. Durun yargılamadan, ihbar etmeden önce bir dinleyin. Bu örgüt düzensiz birliklerden oluşmuş, her biri  yedi on dört yaşlarında varoş  semt çocuklarıdır. Tabi bu yaş aralığı bazen lastik gibi genişler. Bunlar sadece  pazar günleri çalışır ancak o gün idmanlı olmak zorundalardır. Bazıların annesi o gün izin vermez, bazılarının da o sevmediği akrabalarını ziyaretine gider annesinin zoruyla.  Ancak işin ucunda para olması çeteyi daha da kalabalıklaştırıp birbirlerine düşman hale bile getirebiliyor. Her çetede olduğu gibi bu çetede de anlaşmazlıklar ve büyüklerin küçüğü yutması gibi bir durum vardır. Genellikle erkek kısmından oluşur.  Bir kızın bu çeteye girmesi için mahallenin ''Erkek Fatma'' sı olarak göze batması gibi bir durumu söz konusudur. Ancak işin tehlikeli kısmı da var. Bu çetede bulunmak sandığımız kadar kolay değil . Özellikle iyi koşmak ve arabanın önüne atlamak gibi hem çetrefilli hem de tehlikeyi içinde barındıran bir iştir. Ulan piç ne uzatıyorsun paragrafın  başından beri  vır vır vır söylesene bu çete kim ?.  Tabi bu kadar açık sözlü olacağınızı sanmıyorum ama biraz uzattım farkındayım.Belki resimden de anlamışsınızdır. Şöyle söyleyeyim ‘ ‘Gelin Arabası Çetesi ‘’. Hangimiz gelin arabası görürken ayağımız titrer gibi olmuyor?. Bırakın şimdi efendiliği kenara  en azından akrabanızın evlendiği bir günde o arabanın arkasından koşmuşluğunuz vardır ya da zarfı el altından almışlığınız. Bu çetenin sevmediği bir kesim var. Tahminde bulunmuşsunuzdur. ‘Sağdıçlar'. Sağdıç kelimesi sağmaktan gelir. Yani bu sağdıcı ne kadar sağarsanız o kadar ürün elde edersiniz. Bir de bu mına koduğum sadıçları neden cimri olur ?. Bunu ben söylemiyorum çete üyelerinin vardığı sonuç. Bu sonuca bakmadan kendimiz de biliriz sağdıçlığa en cimri kişilerin seçildiğini. Eli kulağındadır bu sağdıçların sınavla seçilmesi. Bu çeteler davul ve zurnanın peşinden ayrılmazlar. Özellikle düğün salonları  ve fotoğrafçıların kapısının  önünde kuytuya yatıp gelin ve damadı bir aslanın ceylanı beklemesi gibi beklerler. Buradaki ceylan  rolü sağdıçındır.  Öyle sağdıçlar var ki dışarı çıkmadan önce dışarı göz atar talimat verir vicdansızlar. Sadece  zarf dağıtımında değil, bunu kurdele kesiminde, sandığa oturulmasında ya da damadın ayakkabısının çalınmasında  da aynı cimriliği itina ile yapar bu sadıçlar. Bu çeteler bir sadıçı sevmezler bir de içi dışı bir olan zarfı. Konuyu dağıtmadan rastladığım garip bir çetenin gelin arabası sevdasından bahsetmek isterim. Bu çete kendini her konuda aşmış piçler topluluğudur. Hayranlığımı hiçbir zaman saklamadan anlattığım bir çetedir. O örgütsüz dediğim plansız dediğim örgüt  türünü yıkıp kendilerine bu alanda yüksek lisans yapmış bir örgüttür.  Bunlar soygun mu yapıyor gelin arabası mı durduruyor belli değil. Gelin arabasını görünce yavaş hareketlerle  arabaya yaklaşan  örgüt üyeleri, kendilerini sevdirmek için masum gözüken bu  örgüt, ilk aşamada istediklerini almışlardı.. Çocukların masumluğuna kanan sadıç, bu işin sadece tek seferde bitmeyeceğini anlamamıştı.  Örgüt  tekrar hareketlenmeye başladı çünkü zarf alamamış örgüt üyeleri de vardı. Olayın zevkine takılmış ben, yavaş yavaş yürüyerek olayları takip etmeye devam ettim.  Belki bana da zarf düşer diye. Birkaç saniye sonra gelin arabasının üstüne üç dört kişi atladı. Arabadan inen sağdıç bu örgüt  üyelerini kovaladıktan sonra tekrar arabaya geri döndü. Hemen C planını uygulamaya koyan örgüt arabanın önüne çöp konteynerini  çekti . Araba ani  bir frenle durdu . Gelin ve damat biraz ürktü. Hatta damat biraz fazla ürktü. Herhalde araba kiralıktı. Sağdıç tekrar indi arabadan ve çocuklara bağırarak konteyneri çekmesini  küfürle karışık söyledi. Örgüt korkmuş olacak ki hemen konteyneri çekti.  Zarf alma şansı hiç kalmayan bu örgüt üyeleri üzgünlüğü yüzünden anlaşıyordu. Ben de konteyner çekilirken yavaştan yol aldım. Aradan birkaç saniye geçti ya da geçmedi. Bir gürültü ile arkamı döndüm. Örgüt arkasında cam kırıkları ve toz bulutu bırakmıştı. Evet şimdi ihbar edebilirsiniz.

9 Şubat 2014 Pazar



OĞLUNUZ MACİT 

Dört katlı bir binanın dördüncü katında oturan Macit, sıradanlığı kendine meslek edinmiş bir ailenin tek ve ilk çocuğuydu. Hayatı gelişigüzel yaşardı. Gelecek planları arasında kendisi yoktu; tek suçu anı yaşamaktı. Ama onun da hakkını verdiği pek söylenemezdi. Bilgisayardan kalan boş vaktini tek çocuk şımarıktır klişesini yıkmak için ayırırdı. Farklı olmakla bir sıkıntısı yoktu Macit’in. Kendini anlatabildiği tek kelime sıradanlıktı. Babası ona hep ‘ Seni yaptıktan sonra bir daha çocuk yapmamaya karar verdik ‘ derdi. O da babasına ‘ Sen basiretsizsen benim suçum ne ? ‘’ diye cevap verirdi. Evet şımarık, piçin biriydi Macit. Kendisini klişenin kollarına bırakmıştı. Herhangi bir cumartesi günü evde yine yalnızdı. Çekyatta uzanmış uykunun ona ‘ kalk annem yatağına ‘ demesini bekliyordu. Ağa yakalanmış balık gibi çırpındı. Sahibinin sözünü dinlemeyen ayaklarıyla dışarı bakmak için pencereye doğru yürüdü. Hava bugün açık mı olsam kapalı mı olsam diye insanlarla taşak geçer gibi bir haldeydi. Camlar, rüzgarın kendisine yazdığı besteyi dinliyordu. Güneş, kendisine aşık olmuş bir bulutun esaretinden kurtulup kendini bir türlü gösteremiyordu. Susadığını hissetti Macit. Annesinin müzeden hala teklif beklediği masanın üzerindeki sürahiden, bir bardak su doldurdu ama ancak yarım bardak içebildi. Kalan yarısını kardeş payı diye annesinin ikinci oğlum dediği çiçeğe döktü. Odasına doğru gidip yorganı başına çekti. Yatmaya çalıştı. Uykunun daha acil işleri olabileceğini düşündü. Aniden yorganı, pedal çevirir gibi üzerinden atıp kalktı. Bugünü farklı geçirmek istiyordu. Hemen dışarı attı kendini. Yanına parayı almayı unuttuğunu anlayınca tekrar o sevimsiz dördüncü kata çıktı. Kapıyı vardığında anahtarı  evde unuttuğunu anlayınca cümleye hangi küfürle başlayacağını unuttu ve tekrar aşağıya indi. Arka cebinde 5 lira buldu. Babasının ona laptop aldığı günkü gibi sevindi. İki sokak ötedeki sidiciye gitti. Bari günü bir filmle kurtarayım peşindeydi. Rafların hepsini karıştırıp sanki uzun zamandır aradığı filmi bulmuş gibi ‘Limitsiz’ denen filmi aldı. Eve doğru giderken gözü yol çalışması olduğunu belirten tabelaya takıldı. Tabelada ‘’ Verdiğimiz geçmeyen rahatsızlıktan dolayı özür dileriz ‘’ yazıyordu. Kendi  kendine işte dürüst belediyecilik diye söylendi. Anne ve babasının eve geldiğini umarak dördüncü kata çıktı. Evde olduğunu anlayacağı işaret olan ayakkabıları görmeyince tekrar aşağıya indi. Dış kapıyı açınca anne ve babasını karşısında görünce etmediği küfre yandı Macit. Babasının bilgisayar oyunu aldığını duymasına rağmen yukarı çıkmadı. Arkadaşı Recep’i arayıp onun yanına doğru gitti. Filmi çöp attı. Eğer filmi izleseydi onun hayatını değiştirecek hapı aramaya koyulacaktı. Olmadı. Ne mi oldu Macit’e? Bir türlü bitiremediği bilgisayar aşkını bilgisayar mühendisi olarak taçlandırdı Macit. Annesinin torun isteme ısrarına dayanamayıp erken yaşta evlendi. Biri kız diğeri de kız olmak üzere 2 çocuğu oldu. Bugünlerde ise giriş katta tuttuğu eve taşınmaya hazırlanıyor.

3 Şubat 2014 Pazartesi

                                                      Deli Doğan
Delilik nedir? Delinin zoruna bak. Bazen bir kuyuya taş atar çıkar çıkarabiliyorsan. Her gün bayramdır onlara. Kime sorarsanız sorun herkesin delilik hakkında elbet söyleyeceği vardır. Çünkü herkes bir tutam delidir. Deliliğe varan o çizgiyi her insan isteyerek geçmiştir. Bu biraz ofsayt çizgisine benzer. Hayır, hayır, ofsaydı anlatmayacağım. Çizgiyi geçmeyin demiyorum size hobi olarak yine geçin. Diğer insanlarla aynı çizgide olduğunu gösterin ama belli etmeyin çizgiyi geçtiğinizi. Deliliğe övgüsü kendisine sığmamış bunu kitaba taşırmış olan Erasmus’u anmamak ve hak vermemek elde değil. Asıl meseleyi unuttuk. Deliliği kendine meslek edinmiş Doğanı. Doğan çakırkeyif adamdır. İçmeden durmaz. İçtiğinde efendileşen içmediğinde deliren adamdır. İçmediği zaman aralığı artınca o eski ayakkabısıyla yere var gücüyle vurur. Ettiği küfürde cabası. Hatta kaldırımları sağlamlaştırdı diye belediyenin teşekkür etmişliği bile vardır. Favori içkisi kırmızı tuborgdur. Hele ki kırmızı tuborg eline geçince yerinde durmaz, kocaya varan evde kalmış gelin gibi koşardı caddede. Doğanın hikâyesi diğer delilerden farklıdır. Elbette her delinin hikâyesi farklıdır. Zengin ve Almanya’da yaşayan Doğan bir gün polisin aramasına takılmış. Neyse polis Doğanı aramış. Sonra karısını aramaya kalkınca engellemiş. Bir bayan polisin aramasının daha makbul olacağını söylemiş. Ancak bu kadar kibar değil tabi. Sonra yanlış anlayan polis elindeki copu Doğanın kafasına indirmiş. O gün bugündür.  Doğan böyle. Son günlerde görünmez oldu Deli Doğan. Sordum soruşturdum. Doğan akıllanmış dediler. Sonra duraksadım böyle bir deliliği kendine yapmış olamaz diye düşündüm. Tekelden bir kırmızı tuborg aldıktan sonra evin yolunu tuttum.