19 Ocak 2015 Pazartesi

                     

                     Emekli Tetikçi

                         
                    Uyandığında bir eksiklik olduğunu, bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamış olmasına rağmen, geceden beri önüne set çektiği sidik kesesini boşaltmak için tuvalete gitti. Oturmanın zaman kaybı olacağından pijamayı yarıya kadar indirdi ve işemek için sol elini aletine doğru götürdü. Yerinde yoktu. Bir çığlık attı. Hayatında ilk defa çığlık atmış gibiydi. Bu çığlığın kız gibi çıkması da ürperticiydi. Yerinde olmayan sol koluydu. Çığlıkla beraber işemeye başladı. Su gelince götü başı ayrı oynayan hortumlar gibi etrafa, üstüne işemeye başladı. Daha fazla sıçratmamak için hemen sağ elini devreye soktu. Fiziksel bir rahatlık yaşarken, sol kolunun yerinde olmayışının o acı verici hali onu kahrediyordu. Dün gece ne olduğundan bihaberdi. Odaya döndü, yatağın üzerine attı kendini. Neler oluyordu? Hatırlamaya çalışıyordu ancak geceden hiçbir emare yoktu. Sol kolunu fazla kullanmıyordu ama onsuz da yaşanır anlamına gelmezdi bu. Yürüyüşü sırasında sağa çekmesi onu telaşlandırmıştı. Sanki kolunun bir tarafına 2 kilo pamuk diğerine 1 kilo demir asmışlardı. Çığlık, ses tellerinin akordunu bozmuş, damağını kurutmuştu. Su içmek için mutfağa gitti. Sağa çekme olayını biraz düzeltmişti. Yatak odasına döndüğünde telefonu çalıyordu. Telefonu hemen açtı. ''Sol kolun bizde, aramamızı bekle,'' dedi ve telefonu kapattı. Dondu kaldı. Hiçbir şey anlamamıştı. Sehpanın üstünde bir not vardı. Notta; ''Kolun bizde polise haber vermeyeceğini biliyoruz. O yüzden telefonda bunu söyleyerek o berbat klişeye düşmek istemedik. Umarım anlamışsındır bizi, seni emekli tetikçi,''yazıyordu. Polise niye gitmeyeceğini de anlamıştı. Telefon yine çaldı. ''Alo'', ''Eefendim'', ''Senden birini öldürmeni istiyoruz. Silah ve adres elbise dolabının içinde, bu iş bittikten sonra kolunu geri vereceğiz. Aksi taktirde sol koluna aklına bile getiremeyeceğin şeyler yapacağız.'','' O ne demek kardeşim?'', ''O ne garip bir soru lan, böyle bir soruya çalışmamıştım. Neyse meselemiz de o değil zaten,'' diyerek telefonu kapattı. Bir süredir devam eden normal hayatı yerle yeksan olmuş, o da yetmediği gibi üstünde tepişmişlerdi. Kağıdın yanında duran Marlboro paketinden, kapağını ağzıyla yırttıktan sonra bir dal aldı. Çakmağı çekmeceden alıp sigarayı yaktı. İçine çektiği ilk dumanla savurması bir oldu. Telefonda elbise dolabı bahsi geçmişti. Hemen elbise dolabını açtı ve üst üste yığılmış elbiseleri hızla savurmaya başladı. Bir çanta ; şifre sistemi ile oluşturulmuş, siyah ve bir valiz büyüklüğündeydi. Çantayı alıp yatağın üstüne koydu. Telefon yine çaldı. ''Alo'', ''Efendim'', ''Şifreyi söylüyorum: Cuma'', ''Cuma mi?'', ''Evet, öldüreceğin adamın ismi: Cuma Eken'', ''Ama şifre düzeneği sayı sistemine göre ayarlanmış'', ''Bir telefonuna bak kardeşim, bu kadar ezberci olma'', '' Akıllı telefon kullanıyorum ama'', ''Ulan hep hazırlanmadığım yerden vuruyorsun. Şifre: 2862,'' diyerek kendince oluşturduğu kriptoloji sisteminin suya düştüğünün üzüntüsüyle telefonu kapadı. Çantaya döndü, söylenen şifreyi girdi. Çantada: Amerikan yapımı bir McMillan Tac-50 ve birtakım dosyalar vardı. Çocuğunu kaybedip daha sonra bulmuş anne gibi sevdi silahını. Çok uzun zaman olmuştu kullanmayalı. Silah; sevişmeye hazır, seksi bir kadın gibi duruyordu. Üzerine toprak attığı 'öldürme isteği' sanki bir gömü bulmuş gibi tekrar gün yüzüne çıkmıştı. En son işi; 30 yaşlarında bir işadamını, kardeşinin vasıtasıyla öldürmüş, büyük para kaldırmıştı. Emekliliğini Hawaii adalarında değil küçüklüğünü yaşadığı Kumbağ'da Mercanköşk Sokağında geçiriyordu. Yazları cıvıl cıvıl olan bu yer kışları ise semtin çekirdek kadrosuyla geçinip gidiyordu. Ya çok kalabalık olacaktı ya da bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar insan olacaktı. Yaşamında iki şeyden ibaret olduğunu düşünüyordu. Hiçbir şeyin ortası yoktu. Kelimeler de böyledir. Birbirlerinin yansımalarıdır. Normal/ anormal, güzel/ çirkin gibi... Doğduğumuz dünyada da diğer dünya ile tehdit ediliyorduk, fikirlerin de karşıtlıktan ortaya çıktığını ve bahsettiği teorinin en büyük destekçi örneği olduğunu söylerdi. Onun için de insanlar ikiye ayrılırdı. Öldüreceğim ve öldürmeyeceğim...


Not: Bir hikaye serisi, devamı olacaktır.
                   

3 Ocak 2015 Cumartesi

                   Sokak Lambası

Odaya girdiğinde doktorun tavrı bir şeyler hissettiriyordu. Söylemek istediğini hemen söylemiyor, bilimsel laflarla top çeviriyordu. Saatine baktı, hastaya ayırdığı sürenin sonuna gelmiş gibi beklenen söze girdi. ''Nuri Bey bir aydan kısa bir ömrünüz kaldı,'' diyerek çekmecesinden purosunu çıkarttı, bir tanesini de hastaya uzattı. ''Bakın! Biliyorum bu kolay bir şey değil ancak rutin kontroller devam edecek. Gerekli ilaçların devamlı alınmasını istiyorum sizden.'', ''Ne ilacı doktor bey, o kadar ilaç alıyorum, kontrollere geliyorum ama ömrümü bir aya bile tamamlayamadınız. Hatta o üç ay ömrünüz kalmış klişesini bile bana çok gördünüz,'' diyerek uzatılan puroyu aldı. Cebinden çakmağı çıkardı. ''Durun durun ne yapıyorsunuz? Burada sigara içilmez, dışarıda için diye verdim.'', ''Ama siz de çıkardınız.'', ''Bu puro değil simgesel bir şey, tütmeyeninden'', ''Tamam o zaman eve gideyim de ölmeden önce yapacaklar listesini hazırlayayım,'' diyerek kapıya yöneldi. Hiç bu kadar sakin olmamıştı. Her şeyin farkındaydı, eskisi gibi yaşamak gereksizdi. ''Nuri Bey hiç rugby oynadınız mı?'', ''Duydum ama hiç merak sarmadım.'', ''Bence o listeye ekleyin, ben de ekledim.'', ''Düşünürüm,'' diyerek odadan çıktı. Doktorun tavrına alışmıştı. Eşi deli doktoruydu, belki bu doktorun tavrını alışmasına bir neden olmuştu. Sokağa çıktı, kalabalığa karışmıştı. Onlar gibi gözükmek istiyordu ancak o kalabalıkta kimin ömrünün az kaldığını sorsalar, 100 kişiden 98'i onu gösterirdi. Geriye kalan iki kişi de onu gösterirdi. Niye böyle yüzdelik meselesine girildiği de muamma. Tenha sokaklara girdi, yolunu uzatsa da eve varması 10 dakikayı aldı. Daha iyi tedavi alabilmek için 6 ay önce buraya taşınmıştı. ''Vücudumun içinde yaşayan kurtçuklar varmış, bu kurtçuklar beni yemeye başladı, bu önlenemez kurtçukların kalbe ulaşmasına çok az bir süre kalmış.'' diyerek kısaca açıklıyordu hastalığını. Bir aydan az bir sürenin kaldığını yeni öğrenmişti. Aslında beklenen bir şeydi, kendini bu duruma alıştırıyordu. Hatta kurtçuklarla iletişime geçmeyi bile denedi. Evde 10 kasa elma vardı ve her gün yiyordu. Ona göre o kurtçukları bu şekilde besliyordu. Kendi organlarına zarar vermemesi için elma manyağına dönmüştü. Doktoru ne kadar anlatsa da bu bizim bildiğimiz kurtçuklardan değil diye ama bir türlü anlamıyordu. Eve varmıştı. Nurten; sevgilisi, onu bekliyordu. '' Ne oldu anlatsana?'', ''Bir şey olduğu yok, seni geçen bir adamla gördüm ama sen utanmadan evime geliyorsun.'',''Ne adamı Nuri, o benim amcamdı,'' diyerek ağlamaya başladı. ''Neyse ney çabuk git evimden, seni burada görmek istemiyorum. Şimdi gidebilirsin amcana,'' dedi ve kapıyı ona gösterdi. Nurten burnunu sağ koluyla sildikten sonra ağlar halde evden çıktı. En iyisi ayrılmaktı, ona da bu acıyı tattırmak istemiyordu. Ama onla gördüğü adamın amcası olduğunu da sanmıyordu. Çalışma masasına oturdu. Çekmeceden üzerinde 'Duran Peynircilik' yazan defteri çıkardı. Bir aydan az bir sürede neler yapmalıydı? Kağıda 'Ölmeden önce yapılacaklar listesi' diye yazdı. 1) Ölmek. Biraz düşündükten sonra bu kadar illet ettiği bir dünyaya daha da bağlanmanın ne anlamı vardı? Bunca kavga, küfür, nefret, itişme, kuyu kazma, öldürme, saldırma, kıskançlık, savurganlık, isyan... O kadar birikmişti ki bu dünyaya karşı kirlenen duyguları, neden daha fazla bağlanayım sorusuna, aslında bir cevaptı. Bu girişiminin intihar olduğuna inanmıyordu. Ancak öldükten sonra bu tür söylemler olacağını biliyordu. Hatta korkak bile diyeceklerdi. Masanın ikinci çekmecesini açtı, doktorun verdiği neredeyse bir poşet dolusu ilaçları çıkardı, masanın üstüne koydu. Beni kurtarmadılar bari öldürsünler diyerek bütün ilaçları ağzına attı. İlk başta bir şey hissetmiyordu. Akşam olduğunun farkındaydı. Başı dönmeye başladı. Birden hayatı bir film şeridi gibi gözünün önünden geçmeye başladı. Aniden,her yer gözünü kör edecek kadar aydınlıktı.. Aklına getirmek istemediği bir şeydi. Yoksa ölmüş müydü? Işığa doğru gidiyordu. Odasına güneş doğmuştu. Bir pencere vardı, halbuki bizlere hep kapı diye dikta edilmişti. Pencere nereden çıkmıştı? Anlaması uzun sürmedi. Penceresinin yanındaki sokak lambası; daha önce uyuyamadığı için kendisin kırdığı bu lamba, tekrar yanmaya başlamıştı. Odaya gitti, bir elma aldı ve lambaya doğru fırlattı. Lamba bu sefer tamamen paramparçaydı. Pencereyi kapattığı gibi yere yığıldı; sancıları başlamıştı. Bir telefon sesi duyulmaya başladı. Ona doğru hamle yaptı, sürüklenerek, aynı zamanda bağırarak, bir yandan da sorgu meleklerine karşı cevaplarının hazır olmadığını düşündü. ''Alo Nuri Bey'',''Efeeenndim'', ''Ben Doktor Selami, acil bir durum vardı o yüzden rahatsız ettim. Bugün bazı belgelerde karışıklık olmuş onu haber verecektim'', ''Eeee'', ''Yani bir aydan az bir süreniz kalmamış Nuri Bey'', ''Nasıl yani?'', ''Üç ay ömrünüz kalmış.''