Bir Mont
Mankende durduğu gibi durmayan ama
yine de belinize silah dayamış gibi almak istediğiniz o, fiyakalı montlardan
biriyim. Hani size süper güç kattığını sandığınız mont. Ha bir de içten
ısıtmalıyımdır. Biz öyle paltolar gibi terzilerde özenle dikilmedik. Tek tek
aşamalardan geçtik o kapısının olduğu şüpheli tekstillerde. Hiçbirimiz o
paltolar gibi olamadık. Yeni bir modelimiz çıktığında atıldık, unutulduk.
Ömrümüz evliliklerin ilk aylarındaki gibiydi. Kısa ve parlaktı. Mağazaya
geldiğim o günleri hatırlıyorum da ne afiliydim o zaman. Sırf o kapalı kutu denilen
avmye girdiğim için önemim kartopunun yuvarlandıkça büyümesi gibi vitrinlerde
göründükçe arttı. Kim bilirdi ki o köşe başında dikilen tekstilden buralara
geleceğimi. Bütün bedeni arkadaşlarım çekirdek tüketir gibi tüketmişlerdi.
Bende vitrinin görünen yüzü olduğum için hatırı sayılır kelebek gibi ömrüm
yarım gün uzamıştı. Beni Recep diye üniversiteli bir genç aldı. Tanışmamız onun
bana dik dik bakmasıyla başladı. Ben de evin evlenme çağına gelmiş kız edasıyla
utandım, kafamı çevirdim. Kafamı çevirmemle poşetlenmem bir oldu. Poşetten
çıktığımda Recep’in evine gelmiştik. Recep beni yeni bir şey keşfetmiş gibi
sergilemeye koyuldu. Önce içine erkek sesi kaçmış annesine sonra da kendisinden
iki avuç içi kadar küçük olan kız kardeşine gösterdi. Kısa sürede Recep ve
ailesine alıştım. Bir de ömrü bir vidaya bağlı kapı girişindeki askılığa.
Malumunuz bu kış aylarında hiç yerimde durmadım. Hele ki üniversiteye başlamış
yeni bir gencin hayatında dinlenmek mümkün olmadı. Bir zaman sonra yorulmaya
yıpranmaya başladım. Bu mesir macunu yemiş hayatın hızından tansiyonum düşmeye
başladı. Bu hızlılığa bazı ipler dayanamadı kopmaya başladı. Adeta bir isyan
başladı iplerde. Bunun en büyük destekçisi iç mihraklar oldu. Montun iç cebi
delinerek bu isyana öncü oldu. Birkaç hafta daha dayandıktan sonra güneş
hayatın içine daha fazla sokulmaya başladı. Ve bir zaman sonra unutuldum.
Yıllık izne ayrılma dönemim gelmişti. Bütün kışlıklarla beraber bir dolaba
tıkıldık. Bu dolabın avmden tek farkı camı olmamasıydı. Bütün yaz evde koca
bekleyen kız gibi bekledim bulutları. Bulutlar yavaş yavaş görünmeye başladı.
Güneşin önüne otobüse erken binmek için kaynak yapan sevimsiz insanları
aratmayacak şekilde geçmeye başladı. Yazın bitmesiyle dolap yavaş yavaş
açılmaya başlandı. Dolapta unutulduğumu sandığım zamanda birden dolaptan
çıktım. Çıktığım gün başıma kaynar sular döküldü sanki. Recep’in üzerinde
gördüğüm mont beni derinden etkilemişti. Meğer Recep’in annesi Naciye Hanım
beni birkaç sokak ötesindeki bir gecekonduya götürmek için dolaptan çıkarmış. Naciye
Hanım yardımsever bir insandı. Ben ve birkaç kazakla birlikte o gecekonduda
kalan aileye götürdü. Üzüntüden kimseyle vedalaşmadım. İyi de oldu. Vedaları
sevmem. Vedalar aslında yeni bir başlangıçtır. Bir son gözükse de onun
yamacındaki başlangıcı görmektir. Yeni sahibim Nuri liseye yeni başlamış asgari
ücretli yaşayan ve iki göz odalı bir gecekonduda oturan bir ailenin çocuğuydu.
Nuri beni ilk sırtına geçirdiğinde sanki o beni değil beni onu taşıyormuşum
gibi bir durum oluştu ama yine de beni sırtından indirmedi. Okumak istemiyordu.
Mahallenin diğer çocukları gibi mahallede oluşan hırsızlık çetesine girmek
istiyordu. Ama annesinin büyük ısrarına dayanamayıp okumaya devam ediyordu. Bir
zaman sonra çeteye nasıl girerim diye düşündü. Çetenin tek bir sınavı vardı. Kapkaç…
Hayat ona bir defteri harap etme fırsatı verdi ve bu fırsatı kaçırmadı.
Hırsızlığı yapacaktı. Hırsızlığın önceki
gecesinde hiç uyumadı bütün gece düşündü. Ama çoktan defteri karalamaya karar
vermişti. Kahvaltısını etikten sonra evden ayrıldı. Gecekondunun arkasındaki
kömürlüğe doğru gitti ve çantaya koyduğu elbiseleri giyip okul elbisesini
çantayla birlikte kömürlüğe attı. Geldiğim günden beri sırtından inmeyen ben de
Nuri için suç ortağı olmuştum. Tenha bir sokakta işinin kolay olacağını düşünen
Nuri sokakları gezdikten sonra iyi kaçabileceği bir sokakta beklemeye başladı.
Birkaç kişi geçtikten sonra bir yaşlı kadın belirdi. Nuri emekli maaşını yeni
aldığını düşündüğü yaşlı kadının çantasını çalmak için hazırlığa başladı. Bu iş
bir aslanın yavru ceylanı yakalaması kadar kolay olacaktı. Kurbanın suyun iyice
tadını almasını bekleyen timsah misali yavaştan arkasından yürümeye koyuldu.
Korkusu yüzünden anlaşılan Nuri kadının köşeye dönmesini bekledi. İlk işin
kolay olacağına seviniyordu. Yaşlı kadının ne bağırmasına hali vardı ne de
peşinden gelmesine. Köşeye yaklaşan yaşlı kadından çantayı kaptığı gibi kaçtı.
Ve koşmaya başladı. O kadar hızlı koşuyordu ki kalbi sanki ayaklarında
atıyordu. Bir parka girdi ve biraz dinlendi. Dinlendikten sonra parkın
demirlikten atladı. Ve o anda bir ses duyuldu. Cııııırt… Ben ‘’ Bu işe beraber
başladık Nuri beni bırakıp gidemezsin ‘’ der gibi baktım ama fayda etmedi. Nuri
bundan sonra bir işe yaramayacağımı anladıktan sonra beni önündeki çöp
konteynırına attıktan sonra koşmaya devam etti. Nuri’den o günden sonra bir
haber alamadım. Belki kendisine yeni bir sayfa açmıştır. Belki de bu hırsla bu
işlerin başına geçip defterini karalamaya, kirletmeye devam etmiştir. Ben o
gece bir çöp kamyonuyla büyük bir çöp yığınına götürüldüm. Şu anda bekliyorum.
Neyi beklediğimi de bilmiyorum. Belki bir tinerci gelirde beni sırtına geçirir.
Defterime bir cilt daha eklerim. İnsan hayatı deftere benzer. Kalem de silgi de
onun elindedir. Karalamakta, yeni bir sayfa açmakta… Kaç cilt olacağına da o
karar verir. Yırtmak eksik kalmaktan başka bir şey ifade etmez. Karalanmış, her
yanı farklı darbelerle kirletilmiş bir sayfanın, yırtılmış bir sayfadan katkısı
daha fazladır. Unutulmaması gereken karalanmış, kirletilmiş her sayfanın arkası
hep beyazdır.