23 Kasım 2014 Pazar

                                   Beşinci Evlat

Ben on yaşındayken İstanbul'a göçümüz başlamış. Önce abilerim sonra ablalarım gönderildikten sonra sıra bana gelmişti. Babam iki kişilik bilet almıştı, şaşırmıştım. Galiba beni dedemin yanına bırakıp, annemle İstanbul'a gideceklerdi. Kaderime yenik düşmeden önce babama iki çift lafım vardı. Yanına gidip ''Ulan şerefsiz uçkuruna sahip çıkamadın mı beni dünyaya getiriyorsunuz,'’ diyecektim. Bunun için bir saat boyunca hazırlandım. Bahçedeki elma ağacını babam varsayarak provalar yaptım. En sonunda babamın karşısına çıkma cesaretini toplayarak karşısına dikildim. Sesim biraz boğuk gibiydi. Ama bu konuşmayı ne pahasına olursa olsun yapacaktım. Hayat öyle zevklerden ibaret değildi, doğurdun mu bakacaksın kardeşim, öyle oraya buraya bırakmakla olmaz. ‘'Baba sana diyecek iki çift lafım var,'' dedikten sonra lafı ağzıma tıkayarak ‘' Ulan it sen hala hazırlanmadın mı? ‘' dedi. Mutluluktan koşarak elma ağacının yanına gittim. Ondan özür diledim. Eve gitmeli, elbiselerimi hazırlamalıydım. Eve vardığımda annem elbiselerimi çoktan hazırlamış bir de gözyaşlarından bir elbiseyi yıkayacak kadar gözyaşı üretmişti. Aklıma o zaman dank etti. Babam bileti kendisi ile bana almıştı. Anneme yaklaştım ve sarılarak ona ‘'Üzülme daye seni de yakında aldırırız.'’ dedim. Annem bana dönerek ‘' Ne diyorsun oğlim ben de geliyorum, dedene üzülüyorum,'’ dedi. Kafam karışmış, bir şey anlamamıştım. İki bilet vardı ancak üç kişi gidiyorduk. Otobüse bindik, annem yanındaki kilimi önüne atarak ‘'Otur oğlim,'’ dedi. Bana bilet almamışlardı. Babam ‘'Bak oğlum first classta gidiyorsun, itiraz istemem,'' diyerek hem itiraz kapılarını kapattı hem de pis pis sırıttı. Beni yaparken emin olduklarından emin olmadığım bir anne ile babanın ayaklarının kokusuyla yolculuğumu tamamladım. İstanbul'a gidince bunlardan kurtulacağım diye düşündüm. Hem onlara fazlalık yapmaktan kurtulurdum. İstanbul'a vardığımızda köyde de çokça bahsedilen bir semte geldik. Galiba ışığı gören buraya geliyormuş. Abilerim de ilk buraya gelmişler. Dayımlar yan komşumuzdu, annem abimlere kol kanat gelsin diye buraya yollamıştı.  Zamanla semte alıştım. Okula yollamaya çalıştılar. Ama bu genç yaşımda okulla uğraşamazdım. Daha altı yaşındaydım, yapacaklarım çoktu. Mahallede çete kurduk. Beni reis seçmişlerdi. Tabi bu demokratik yollarla olmadı, hepsi benden tırstığı için bunu kabul etmek zorundaydı. Çetede bir kız vardı. Helin; dayımın kızı. Onu bu pislikten uzak tutmaya çalıştım ama ne yaptıysam geri adım atmadı. Onu aşık olma nedenlerinden biriydi bu inatçılığı. Geri adım atmazdı. Yaşımız küçük olduğu için kimse takmıyordu bizi. Ancak yavaş yavaş büyüyorduk. Beş kişi başladığımız çete on bir kişi olmuştu. Arabaların önlerini kesmelerle başlamıştık işe. Gelin arabaların önünü kesiyor para almadan ayrılmıyorduk. Örgütlü olmamız bize çok para kazandırıyordu. Gel zaman git zaman üye olmak isteyenlerin sayısı arttı. Ancak çeteye son bir kişi alıp üye alımını kapatacaktık. Son giren kişi Nuri oldu. El çabukluğunda ki hamaratlık bizi tatmin etmişti. Babamın işleri kötü gitmeye başlamıştı. Bendeki parayı babama teklif etsem kabul etmezdi. Okullar başlayınca sayımız azalmış, beş kişi kalmıştık. Artık gelin arabası değil market soymaya başladık. Bu bize para kazandırmıyordu ancak keyfimiz tıkırındaydı. Bir de Helin’e açılabilsem benden kralı yoktu. Marketten gelen çeşit çeşit erzakları artık mahalleliye dağıtır olduk. Bir çeşit Robin Chıld’lık oynuyorduk. Babam işten kovulmuştu. Eve parayı abimler getiriyordu, erzakları da ben. Annem bir zaman sonra benim çalışmadığımı, çaldığımı mahalleliden duydu ve artık benim getirdiğim erzakları eve almıyordu. Babam denen o adamın üzülmesini istemiyordum. Ona ‘' Bizim çetede eleman eksik istersen cvni yolla seni işe alırım, hem torpilin de var,’' dedim. Güldü, kafamı okşayıp odasına çekildi. Dediklerimde ciddiydim ama hayat beni ciddiye almıyordu babam mı alacak? Helin’in vücudu yavaş yavaş olgunlaşmaya başlamıştı. Çekicilikte adeta seviye atlamıştı. Anama söyleyip bu kızı aldıracaktım ancak buna hazır olmadıklarını biliyordum. Birkaç yıl daha beklemeliydim. En azından Helin’e açılıp iyi bir başlangıç yapmalıyım diye düşündüm. Sabah evden çıkarken bayramda aldığım elbiselerimi giydim, saçımı taradım. Ne olursa olsun bu dava fazla sürmemeliydi. İçimdeki lavı dışarı püskürmeliydim. Her zaman toplandığımız yere gittim. Bir gecekonduydu toplandığımız yer. Burayı el birliği ile derlemiş, emlak ofisine benzetmiştik. Bir de küçük bir masamız vardı. Yakında sandalye de ekleyip güzel bir ofis haline getirecektik. İçeri girmeden önce gecekondunun önündeki kırık camdan kendime baktım. Hay maşallah! Bu halimle Helin’in babasının yanına gitseydim, benim konuşmama izin vermeden meseleyi anlayıp kızını verebilirdi. Onun da sırası gelecekti. Ofisin içerisinde kıkırdama sesleri geliyordu. Helin içeride olduğunun mesajını veriyordu sanki. Hemen içeri girdim. Girdiğim anda donup kaldım. Yeni çeteye giren Nuri, el çabukluğundaki hamaratlığını kız götürmede de kullanmış, Helin’i tavlamıştı. Helin’i yanağından öperken yakaladım iti. Helin bana dönerek kızarmış suratıyla ‘'Bugün toplantı yoktu,‘' dedi. Sinirli sinirli ‘'Sen çık Helin,'’ dedim. Helin koşarak çıktıktan sonra Nuri’ye dönerek  '‘Lan it seni dayımın kızına yazıl diye mi üye ettik?’' diyerek ofisimizdeki küçük masamızı beline indirdim. Kaçtı piç. Böylelikle masanın ne kadar dandik olduğunu öğrendik, kırılmıştı. Dünyam da başıma yıkılmıştı. Ulan piçler bari ofisimde yapmasaydınız bu işi. Yemekten, işten kesildim. Eve kapandım. Çete dağılmıştı. Dayımlar başka semte taşındılar. Helin’in yatağını da bana taşıttırdılar. Her şeye rağmen hala seviyordum kancığı. Artık işlerin başına dönmeliydim. Eski ofisimize gittiğimizde, koskoca bir bina dikilmişti. Yeni ofis bulmalıydım. Babamın işleri daha kötü bir hale geldi. Babam bir akşam bizi toplayarak yüzyılın klişesini yaptı bize. ‘'İstanbul'u yenemedik çocuklar geri dönme vakti geldi, hem köye dönmek isteyenlerin yol parasını karşılıyormuş belediye, krizi fırsata çevirelim,'' diyerek o pis sırıtışıyla odasına döndü. Nasıl bir adam bu? Hala gülmek için bir şeyler buluyordu. Belediye bize 4 bilet yollamıştı. Ablalarımdan bir tanesi evlenerek İstanbul’da kalmıştı. Bir abimde evlenerek ailesini geçindirecek kadar maaşı vardı, o da İstanbul’da kaldı. Beş kişi memlekete dönecektik. Ama belediye dört bilet vermişti. Galiba İstanbul’da kalacağım diye sevindim. On üç yaşında memlekete döndü dedirtmezler... Bu biraz işime geldi. Ancak sabah kalktığımda annem valizimi ayarlamıştı, yine yolculuk vardı. Babamın first class esprisini bir daha duymamak için abimle ablamın ayaklarının altında yolculuğumu yaptım.

10 Kasım 2014 Pazartesi

                                   Yeryüzü İle Gökyüzü

                        Not: Herhangi bir gün, fazla şey etmeyin.

Gökyüzü: Orada havalar nasıl? ( Kıkır kıkır güler.)

Yeryüzü: Abi sıkılmadın mı her seferinde aynı espriyi yapmaktan.

Gökyüzü: Hani sevdiğin şarkı diline takılır da sürekli söylersin ya, biraz ona benzedi. Onu bırak, nasıl gidiyor? İnsanlığının bütün yükü senin üzerinde. (Ağzı kulaklarında yine)

Yeryüzü: Bak başladın yine. Bu espriyi de geçen yaptın. Vallahi muhabbetin çekilmiyor.

Gökyüzü: Lan ne çok tatava ettin iki kelam edelim dedik sıçtın yemin ediyorum.

Yeryüzü: Tamam yahu kızma. Ne olsun uğraşıp gidiyoruz. Sıkıldım buradan yer değiştirelim.

Gökyüzü: Ben de isterim ama talimatlar var biliyorsun. Ne oldu anlat yahu?

Yeryüzü: Ne diyeyim? Üstüme çıktıkları yetmiyormuş gibi bir de delip deşik ediyorlar.

Gökyüzü: Beni de arada sırada deşiyorlar. Ama takmıyorum. Sen de takma.

Yeryüzü: Bak bir fikir geldi aklıma.

Gökyüzü: Neymiş?

Yeryüzü: Ben bir iki çırpınsam, sende üzerlerine Allah ne verdiyse yağdırsan da biraz rahat etsek he ne dersin?

Gökyüzü: Onun da sırası gelir elbet ama talimatları biliyorsun. Hem geçen yaptık bunu fazla üzerlerine gitmemek lazım.

Yeryüzü: Ben anlamam abi ameliyathaneye döndüm mına koyum. Neşter olarak doğmuşlar sanki.

Gökyüzü: Aman bir şey yapayım deme. Mahkemede utancımızdan yerin dibine gireriz.( Kahkaha efekti)

Yeryüzü: Daha ne kadar bu esprileri sürdüreceksin?

Gökyüzü: Eğlenmene bak oğlum!

Yeryüzü: Yakında benle işleri biter diyeyim. Tamamen sana odaklanacaklar. Zaten biliyorsun 'gökdelenleri'. ( Gülme sırası değişir) Uzaya durmadan bir şeyler yolluyorlar.

Gökyüzü: Biliyoruz lan! Ah ulan o, ilk uçak havalandığı zaman bir üfleseydim böyle olmazdı.

Yeryüzü: Senin hakkında bazı şeyler de duydum.

Gökyüzü: Ne duydun?

Yeryüzü: Yok söylemem kızarsın sonra.

Gökyüzü: Söyle lan!

Yeryüzü: İsminde bazen oynama yapıyorlar. 

Gökyüzü: Ne oynaması?

Yeryüzü: O kadar ileri gitmem. Bir ipucu vereyim sana. Sendeki k harfı yerine t harfini koyuyorlarmış. ( Gülmekten yer sarsılır)

Gökyüzü: Hay senin...