Kayıp Aranmıyor
Sakalları yüzünün üçte ikisini kaplamıştı. Derisi bir mandalla kemiklerine tutturulmuş gibiydi. Yavaş adımlarla yürüyordu. Hayat adımlarından çalmıştı. Birden durdu. Kıvırcık sakallarını kaşımaya başladı. Bu kaşıma işlemi sakaldan saçına, saçından kıçına kadar sürdü. Biraz daha kaşısaydı bir gömü falan bulabilirdi. Güneşin evlere kapı çalmadan, perde aralıklarından gizlice sızdığı saatlerde başlıyordu işe. Çöp kenarında gördüğü kartonu alıp cephanesine attı. Mesleği sorulduğu zaman ' Güneş Bekçisi ' derdi. Plastik toplamayı sevmez sadece karton toplardı. Kartondan ev bile yapmıştı. Topladığı kartonlar arasında güzellerini seçmiş; çift pencereli, bir de kapısı olan ev yapmıştı kendine. Evini yıkmaya rüzgarın gücü yetmiyordu ama insanların yetiyordu. Geceden kalma sarhoşlar, tineri elinden düşürmeyen gençler, evinin en büyük düşmanlarıydı. Onlara kızmıyordu. Tekrar tekrar yapıyordu evini. Ona göre herkesin üzerinde anlaştığı bir mesleği vardı. ''Derdi olmak'' Bu ona göre dünyadaki en kutsal meslekti. Bu işi yıllar önce bırakmıştı. Karton toplamayı o işe tercih etmişti. Karton toplamanın bir derdi yoktu. Sadece topluyordun. Ülkede istemediği kadar karton vardı. İşin en güzel tarafı devamlı gezer halde olmasıydı. Kaşıma işlemi bittikten sonra yürümeye devam etti. Eski bir binanın yanından geçti. Gözü binanın önündeki kartona ilişti. Adımları iki kat arttırdı. Kartonu kaldırdı arabasına attı. Kaldırırken yere bir kağıt düştü. Kartonu attıktan sonra eğilip kağıdı aldı ve okumaya çalıştı. Yıllar önce unuttuğu harfleri hatırlamaya çalışıyordu. Kayı, ka, kayıp,kayıp ara ara ... Araya bir küfür sıkıştırıp okumaya devam etti. Yazının üçte ikisini bitirmişti neredeyse. Arabasının dış cebinden çıkardığı suyu yüzüne döktü. Sonra kaldığı yerden devam etti. Kayıp arannnn, kayıp aranmı ,kayıp aranmıyor. Buldum mına koyum. Sonra baştan hepsini okudu ' Kayıp Aranmıyor '. Sonra resme baktı. Resim kendi gençliğine çok benziyordu. Güldü. Kayıp neden aranmasın dedi kendisine. Sonra n harfini gözünde üçüz gördüğünü anladı. Neden çift değilde üçüz diye bu sefer kahkaha atarak güldü. Bir harf nelere kadirdi. Zamanında dört dil bilen birisi için bu yazıyı okumak zor olmadı. Etraftan geçenler kafasının vücuduna ters şekilde saplanmış gibi görünen bu adama aldırış etmeden geçiyorlardı. Birden gözünden yaşlar akmaya başladı. Durmuyordu. Kahkaha birden sele dönüştü. Hemen koşarak 200 metre uzaklıktaki telefon kulübesine vardı. Gözyaşları sakallarını suluyordu. Kağıtta görünen numarayı çevirmeye başladı. Ve o meşhur dııııt sesi çalmaya başladı. Çaldıkça kalbi ağzına geliyor, gözleri yuvasından göçe hazırlanıyordu. Telefon çaldıkça eli titriyor, sakalının her teli penaltılara kalmış takımların orta sahada omuz omuza verdiği gibi birbirine sımsıkı sarılıyordu. Telefon çalmaya devam ediyordu. Telefon açılırsa ne diyeceğini bilmiyordu. Tıpkı karşısındaki adamı, vurmak için çıkardığı silahın tetiğine basamaması gibiydi. Arayım mı diye düşünmedi ama çalınca ne diyeceğim diye düşünmeye başladı. Silahı çıkardı ancak tetiğe hala basamıyordu.
Not : Bu hikaye burada bitmez devamı olacaktır.